3 Mayıs 2012 Perşembe

43 Senelik Bu Çile!

Takım sporlarının en çok kullanılan klişelerindendir basamakları teker teker yürümek. Bu doğrultuda Oktay Mahmuti, Galatasaray'a geldiğinde 3 senelik bir plan yaptıklarını ve 3 senenin sonunda hedefin lig şampiyonluğu ve Euroleague'e katılmak olduğunu söylemişti. Hedefler çok erken aşıldı, basamaklar klişenin aksine koşarak çıkıldı ve 1 sene öncesinde küme düşmeme maçı oynayan takım, Oktay Mahmuti önderliğinde şaha kalktı. 3 senelik planın henüz ilk senesinde ligde final oynayan Galatasaray, 2. sezonun hemen başında Euroleague bileti ve Cumhurbaşkanlığı kupasıyla neredeyse 15 günde 1 senelik anı biriktirdi.

Basamakların koşar adım çıkıldığı ortamda, uzun süredir beklenen ve hedeflenen şampiyonluk için lig liderliği ve final serisi de dahil olmak üzere bütün playoff'lar boyunca ev sahibi avantajını elinde tutmak Abdi İpekçi'nin büyülü atmosferi ve lig boyunca sadece 2 mağlubiyet alındığı ortamda son derece önemliydi. Euroleague biletinin, A lisansı alınamaması durumunda, lig şampiyonluğundan geçtiği de düşünldüğünde CSKA'yı, Olympiakos'u, Efes Pilsen'i, Fenerbahçe'yi deviren; Siena ve Barcelona'yı da son ana kadar zorlayan "Abdi İpekçi Galatasaray'ı" için normal sezon liderliği her ne kadar playoff için daha zorlu yol olduğu düşünülse de tarifsiz bir kazanç idi. Bu kazanç uzun ve zorlu maratonun sonunda sağlandı ve finale kadar ev sahibi avantajını elimizde tutacağımız şampiyonluk yürüyüşü Cumartesi günü Abdi İpekçi'de başlayacak.

Tatsız İthamlara Verilen Cevap

Geçen sezon playoffların başlamasına kısa bir süre kala lig 2.'si olan Galatasaray, ligin son maçında Antalya BB'ye kaybederek lig 2.'liğini Banvit'e kaptırmış ve playoff ilk turuna 1-0 geride başlayacağı Olin serisi yerine, Beşiktaş ile başlamıştı. O gün Abdi İpekçi'de yaşananların farkında olmayan, Antalya'nın takım olarak müthiş bir yüzde ile attığını ve Galatasaray'ın maçı kazanmak için elinde geleni yaptığını görmezden gelen Olin'liler Galatasaray'ın kendileriyle eşleşmemek adına Antalya BB'ye "yattığını" iddia etmiş ve başta Oktay Mahmuti olmak üzere Galatasaray camiasına en hafif tabirle talihsiz ithamlarda bulunmuşlardı. İlk haftada deplasmanda oynanacak olan Olin maçı, sezonun ilk maçı ve Olin'in ligin dişli takımlarından biri olmasının yanında bu açıdan da son derece önemliydi. Zor geçmesi beklenen maç, özellikle hücumdaki müthiş performansla rahat bitmiş ve 30 sayıya dayanan farkla ilk hafta kayıpsız geçilmişti.

İlk Mağlubiyet

Sezona 4'te 4 ile başlayan iki takımın mücadelesinde Galatasaray MP ile Anadolu Efes'in Abdi İpekçi'deki karşılaşması taraftarın büyük bir çoğunluğu için "sezonun ilk büyük maçıydı." İlk yarıda özellikle Barac'ın hücumda sırtı dönük oyunuyla ve savunmada ortayı kusursuza yakın kapatmasıyla farkı açan Efes, maçın sonlarında muhteşem mücadele eden Galatasaray'a yakalanmıştı. Ancak düşük skorlu geçen maçta 10 sayılır farkı kapatmak için oldukça fazla efor sarf eden Galatasaray, maçın son anlarında oldukça yorulmuş ve bu periyotta devreye giren Kerem Tunçeri Anadolu Efes adına galibiyeti getiren isim olmuştu.

Sezonun En Kötü Basketbolu

Önemli mi bilmiyorum ama Ergin Ataman karakter olarak hoşlandığım bir isim değil ancak bu sezon en çok "kırıldığım" maçların altında imzası var (Bu maç ve Türkiye kupası yarı final.) Tamam, kazanmak bir tarafa her zaman kendi karakterinize uygun basketbolu oynayamayabilir ya da sahada istediklerinizi yapamayabilirsiniz. Ancak bu takımın mücadelesine alışan biri için bu tip maçlar oldukça kalp kırıcı oluyor. Ayrıca bu maç Oktay Mahmuti'nin Galatasaray'ının 2 sezon içerisinde en çok beklentilerin aldığı maçlardan biri olarak (ki bu maçlar toplasan beşi geçmez) aklımda yer etti. Skor olarak maçın içinde olduğu dakikalarda bile oldukça kötü bir performans sergileyen Galatasaray, özellikle 3. çeyrekteki felaket performansla Beşiktaş'a teslim olarak ligdeki ikinci mağlubiyetini aldı.

Sinan Erdem Mağlubiyeti ve İlk Soru İşareti 

"Fenerbahçe deplasmanlarında iyi oynayıp istediğin skoru elde edememe sendromu"nun sadece futbola özgü olduğunu sanıyorsanız, tamamiyle yanılıyorsunuz demektir. Galatasaray ilk 3 periyodunu rakibinden çok daha iyi oynamasına rağmen, son periyoda sadece 6 sayı farkla girmiş ve bu periyotta gerek basit top kayıpları, gerek transition savunmasındaki aksamalar nedeniyle 1 dakika kala 4 sayı geri düşmüştü. Marko Tomas'ın arka arkaya gelen 2 üçlüğü, top kayıplarından sonra yenen boş turnikelerden sonra tam herkes "maç bitti" demişken, maçın kaderini belirleyecek top Jamon Gordon'un ellerinde kaldı ancak Gordon bomboş üçlüğü değerlendiremedi ve Sinan Erdem'den 1 sayı farkla mağlup ayrıldık ve böylece şampiyonluk rakiplerimize karşı ligde 0 galibiyet ve 3 mağlubiyet olduk. (İleride bu "son topa kadar mücadele ettiğin büyük maçları kazanamama" sendromu Olympikos maçıyla bitecek.)

CSKA'dan Sonra Lige de Mesaj

Türk basketbol tarihinin en unutulmaz maçları arasına girmiş CSKA galibiyetinden sonra ligin en zor deplasmanlarından birinde Karşıyaka ile karşılıyorsunuz. İlk giriş kısmı bile "potansiyel mağlubiyet" kokuyor. Ancak bu takımda kendimizden birşeyler bulmamızı sağlayan; her maça ayrı konsantre olan oyunculara sahipseniz mağlubiyet ancak ve ancak sahada sonuna kadar mücadele edildikten sonra kabul edilebilir. CSKA maçından sadece 3 gün sonra Karşıyaka'nın karşısına çıkan Galatasaray henüz ilk devrenin sonunda 18 sayılık farkı bulmuş, CSKA 3. periyotta taraftarının desteği ve fiziksel olarak daha hazır olmasının etkisiyle farkı kapamasına rağmen Galatasaray son periyodu "bir Euroleague takımı soğukkanlılığı"yla oynamış ve ligin en zor deplasmanlarından birinden galibiyet ile dönmeyi başarmıştı.

(GİZLİ) LİDER

Sedat İncesu'ya, Fatih Terim'e saygısızlık yapmak istemem ama bazen tüm bir camiayı ayağa kaldıran olaylar olur. Geçtiğimiz sezonun Galatasaray'ı bu yüzden fazlaca özeldir benim için. Yönetimi karışık, lokomotif branş futbolda tarihin en kötü sezonunu geçiren, "spor kulübü olduğu gerçeğini unuturcasına" amatör branşlarda geride kalan Galatasaray bana göre geçen sezon playoff yarı finalinde oynanan Banvit serisi ile ayağa kalkmıştır. Bu doğrultuda her geçen gün mutluluğumuza mutluluk ekleyen takım Top 8'in kapısından döndükten hemen sonra ligde Anadolu Efes ile liderlik maçına çıkıyordu. Jamon Gordon Yunanistan'daki maçta sakatlanmış, Efes Pilsen hayal kırıklığı yarattığı Euroleague sezonundan sonra yeni hocasıyla çıkış arıyordu. Yenilginin kabul edilebilir olduğu ortamda Galatasaray, deplasmanda maçı kazanmakla kalmamış ilk maçtaki 7 sayılır marjı da kapatarak, maç eksikleriyle birlikte ligin gizli lideri olmuştu.



SHİPP ve LİDER


Teknik kadronun söylerimlerini takip ediyorsanız "karakterli basketbolcu" lafına sıkça tanık olabilirsiniz. Gelişen teknoloji ortamında, oyuncuların karakterlerini öğrenmenin rahatlığından ve zorunluluğundan sıkça bahsederler. Bornova'da sayı krallığına oynayan Shipp, Galatasaray'a geldikten sonra pis işleri yapan görev adamına evrilmişti. Ligin iyi takımlarından Banvit'e karşı oynanan maçın 3. periyodunda, bomboş turnikeye giden rakibini yakalamak adına depar attıktan sonra çok şanssız bir sakatlık geçiren Shipp'in yokluğuna rağmen 12 sayı altında kaybetmesi halinde bile liderliğe oturacak olan Galatasaray buna rağmen deplasmanda rakibini yenmiş ve o çok beklediği liderlik koltuğuna oturmuştu.

Dip Not: Mahmuti'nin yerdeki Shipp'in yüzüne bakamayaşının fotoğrafı...

Djedovic'in Gelişi ve Arka Arkaya Kazanılan Derbiler

Shipp'in şanssız sakatlığından sonra Alan Anderson ve Simon isimleri geçmiş ancak son olarak "potansiyelli" olmasına rağmen beklentileri şu ana kadar karşılayamamış Djedovic gelmişti. Shipp ve Djedovic saha içinde birbirlerinden farklı oyuncular ve Djedovic işin hücum kısmında takıma beklentilerin üstünde katkı yapmış ve takımın hücum potansiyelini tek başına arttırmıştı. Djedovic'in takıma katılmasıyla rahatlayan Gordon ve özellikle Lakovic, hem maçın sonlarında daha diri kalabiliyorlar hem de savunmalar artık tamamen onlara konsantre olmuyordu. Bu döneme kadar kazandığı büyük maçlarda genelde savunmasıyla öne çıkan takım, Djedovic'in gelişinden sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşısında 92 ve 84 sayı atarak kazanmayı bildi.

FİNAL

İki sezon üst üste beklentilerin üstüne çıkan, Euroleague'de henüz daha ilk sezonunda Final 8'in kapısından dönen (Efes Oly maçlarından 1 galibiyet çıkarsa...) ve bu yolda giderken bildiği doğrulardan hiç şaşmayan, son topa kadar mottosunun hakkını veren ve her salona gidişinizde "iyi ki gelmişim" hissini veren takımı nasıl sevmezsiniz, hele bir de 43 yıl aradan sonra lider oluyorsa! Maç genelinde oldukça zorlandığımız ve özellikle ilk yarıda Toolson'un insalık dışı performansını izlediğimiz maçta son dakikalardaki performansla Aliağa deplasmanından da galibiyetle dönerek playofflar boyunca saha avantajını elimizde tutmaya hak kazanıyoruz.

Son paragraf playoff ilk turu için olsun. Rakibimiz ligi 8. sırada bitiren Tofaş. Ligdeki iki maçı da kazanmamıza rağmen özellikle kendi sahamızda oynadığımız maçta oldukça zorlanmış ve maçı ancak 2. uzatmada kazanabilmiştik. Nihat İziç önderliğindeki Tofaş hem Kenan Sipahi, Samet Geyik ve Uğur Dokuyan gibi genç ve potansiyelli oyuncularıyla hem de Bradley Buckman, Austin Nichols gibi iyi yabancılarıyla problem çıkarabilecek bir takım. Sezon içerisinde de şampiyonluk adayların Fenerbahçe, Beşiktaş ve Anadolu Efes karşısında birer galibiyetleri var. Ancak ciddiye aldığımız takdirde 2 maçta işi bitiririz diye tahmin ediyorum. Umarım takım playoff'ta ilerler de, burada görüşürüz. Sağlıcakla.


--


http://sportifcumleler.blogspot.com/2012/05/43-yl-sonra.html

13 Nisan 2012 Cuma

Furkan Aldemir'in Bugünü, Yükselişi ve Geleceği

Bazı oyuncular vardır, eğer bunlar tuttuğunuz takım için mücadele ediyorlarsa onların parke üzerindeki gelişimi ve değişimi diğerlerinden hep daha fazla mutlu eder sizi. Örneğin sezon başında "pis işleri yapar" düşüncesiyle alınan Gordon'un bir anda hücumun dümenine geçmesi beklenti/performans ekseninde düşünüldüğünde çok değerlidir. Ya da Bornova'dan skorer olarak gelen Shipp'in bir anda görev adamına dönüşmesi... Bu bahsettiğim örnekler teknik ekibin tasarrufu olarak gelişen durumlar, ayrıca burada bir de sisteme uygun genç oyuncuların oynadıkça büyüyen performansları vardır. Geriye baktığınız zaman, geldiği noktadan çok daha ileride gözüken ve bu gelişimi tuttuğunuz takımın forması altında gösteren oyuncular vardır. Taraftarı en çok keyiflendiren şeylerden biri kesinlikle budur.

Yazın gerçekleşen Furkan Aldemir transferi hemen hemen Selçuk İnan transferine eşdeğerdi benim için. Selçuk'un kendini Furkan'a göre daha fazla kanıtlamış olması bir yana, ezeli rakibin elinden alınan potansiyelli oyuncu hem kadroya müthiş bir katkı hem de bir vizyon göstergesiydi. Furkan ilk başlarda bahsettiğim Gordon ve Shipp örneklerinde olduğu gibi keskin bir rol geçişi yaşamadı ancak sahaya her çıkışında oyununun biraz daha büyüdüğünü, biraz daha geliştiğini göstermiş oldu.

Bu seneki gelişimine rağmen Furkan'ın daha katetmesi gereken çok yol var. Alçak postta hala skor üretebilecek bir oyunu yok, savunmada zaman zaman pozisyon hataları da yapabiliyor ancak bunlar çalışarak ve zamanla olacak şeyler ki, Furkan'ın iş ahlakı konusunda nasıl bir sporcu olduğunu burada tekrar değinmeme gerek olmadığını düşünüyorum. Geçen sezon Fenerbahçe maçında çok önemli bir diz sakatlığı geçirdikten sonra çok çalışarak nasıl geri döndüğü Furkan'ın bu iş ahlakına ufak da olsa bir örnek olabilir.

Furkan'ın son 7 maçta 10 sayı 8 ribaund civarı ortalamalar tutturması onun sezon içerisinde olgunlaşan ve gelişen performansına ışık tutabilir (bu süre zarfında 3 tane double double'ı, bir tane de double double'ı 1 ribaundla kaçırdığı bir maç var) ve bu performansının Andric'in sezon standartlarının altında geçirdiği bir dönemde gelmesi, değerini de ortaya koyabilir ancak az önce de bahsettiğim gibi Furkan'ın kendisinden beklenen noktaya gelebilmesi için hala daha kendini geliştirmesi gereken çok nokta var. (Serbest atışlarla başladı bile.)

Furkan'ın ilerleyen yıllarda göstereceği gelişim onun kariyer rotasını da çizmiş olacak. Hedeflediği şekilde NBA'e gidebilecek mi ya da Avrupa standartlarında iyi bir uzun mu olacak buna kendisi karar verecek. Ancak ben onu 2-3 seneden beri izleyen bir basketbol seyircisi olarak NBA'de tutunmasının çok da kolay olmayacağını tahmin ediyorum. Öncelikle Furkan NBA standartlarında fizik olarak 4 ve 5 numaraların arasında kalıyor. Avrupalı uzunların NBA'de tutunamamasının en büyük nedenlerinden biri olan bu faktör, Furkan'ın NBA'de kendisine en az Ömer Aşık kadar rol edinmesi engelleyebilir. Ancak bunun sebebi Furkan'ın Ömer Aşık'tan daha az potansiyelli olması değil, yukarıda da bahsettiğim gibi fiziksel nedenler içeriyor. Bunun dışında ben Furkan'ın Avrupa'da kalma yolunu seçtiğinde çok daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Stil olarak Avrupa'ya çok uygun ve sıkça bahsedilen "şutunu geliştirmesi lazım"a gerek olmadan bile Euroleague standartlarında çok iyi bir pivot olabilir. Bunun için yeterli ribaund sezgisi, defansif özellikleri ve hücum potansiyeli var, yeter ki bu noktaya gelmesinde çok önemli olan iş ahlakından vazgeçmesin.

--

http://sportifcumleler.blogspot.com/2012/04/furkan-aldemirin-bugunu-yukselisi-ve.html

9 Nisan 2012 Pazartesi

Muslera ve Penaltı Mevzuu

Duran top kullanan kaleciler dendiği zaman bizim neslin aklına genel olarak Rogerio Ceni gelmesine rağmen ben kalecinin duran toptan gol attığını ilk olarak Paraguaylı Chilavert'te görmüştüm ve sanıyorum topa en iyi vuran kaleci de odur. Efsane bir golüne ve diğer gollerine Youtube'dan bakabilirsiniz, burayı hızlı geçmek istiyorum. Dün oynanan 34. hafta maçında uzun zamandır sosyal medyada dillendirilen "Penaltı olursa Muslera atsın" isteğine, dün stattaki taraftarlarda katıldı ve Muslera 16 maç gol yemeyerek tarihe geçtiği maçta bir de gol atmış oldu. Açıkçası bu istek ilk defa dillendirildiğinde Fatih Terim'in izin vermeyeceğini düşündüğüm bir istekti ancak dün Galatasaray cephesinde Selçuk İnan hariç herkes yaşananlardan dolayı mutluydu. Maç sonrasında ise ilginç bir şekilde "penaltı etiği" diye bir şey ortaya çıktı, Muslera'nın küme düşmesi kesinleşmiş bir takıma penaltı atmasını hoş görmeyenler oldu. Evet, eğer olaya dar bir pencereden bakılırsa küme düşen ve 10 kişilik oynayan bir takıma penaltıyı kalecinin atması hoş görünmeyebilir ancak bu seneki Galatasaray takımına ve camiasına baktığımızda bu penaltının birliktelik ve takımdaşlık adına atıldığını söylemek zor olmayacaktır. Taffarel ve Mondragon gibi efsane kalecilere sahip olan takımda, Muslera en çok maçta gol yememe rekorunu kırdığını da düşünürsek bu penaltıyı 34 haftalık performansının ödülü olarak ya da düzenli olarak oynayanların arasında gol atmayan kalmaması adına yapıldığı dışında bir neden sürenlerde art niyet ararım, kimse de kusura bakmasın.

Olayın farklı boyutları da var tabii, sezon başındaki Karabük ve İBB maçlarından sonra Muslera'yla dalga geçen Volkan Babacan'ın bu golü yemesi de ilahi adeletten başka bir şey değil. Bu olayı "Chilavert, Ceni penaltı atıyor, Muslera da atmış n'olacak" gören Galatasaraylılara katılmamakla beraber takımdaşlık ve birliktelik adına yapılmış bu hareketin çok farklı yerlere gitmesine ve 34 haftayı lider bitiren takımın başarısının -kısa süreliğine de olsa- önüne geçmesini üzülerek izledim. 

Olayın takımdaşlık ve Volkan Babacan'a müstahak yönünü de bir kenara bırakırsak ben sadece sempatikler sempatiği Muslera'nın taraftar penaltı için kendi ismini bağırdığında gösterdiği şu tepki için bile Muslera adına fazlasıyla mutluyum. Selçuk, Elmander, Muslera üçlüsüne dilenmemek mümkün değil!

2 Mart 2012 Cuma

Euroleague: Olympiacos 88 - 81 Galatasaray MP

Maç dışında fazla birşey yazmak istemiyorum. Buraya kadar harika getiren takım, gerek sakatlıkların, gerek savunmada ve hücumdaki basit hataların etkisiyle çaylak sezonunda Top 8'in kapısından döndü. Gelecek sezonlarda daha sık buralarda olacağız şüphesiz, hatta belki bu noktanın çok üzerinde, Top 8'te, final 4'da ama ileride Galatasaray basketboluyla ilgili anılar dizilmeye başladığında en çok gururlandığımız, en çok alkışladığımız sezon bu olacak. Bir kez daha teşekkürler takıma.

-Abdi İpekçi'de oynanan maçta Spanoulis işin skor üretme kısmında bu maça göre daha verimli bir maç geçirmiş ancak onun topu domine ettiği ve ilk olarak skoru düşündüğü anlarda takımın diğer önemli parçaları oyuna soğuk kalmış ve o istedikleri "2. skoreri" çıkaramamışlardı. Dün geceye ait Ivkovic'in çıkardığı en önemli ders buydu. Skor olarak sadece Spanoulis'in eline bakarak kazanamayacağının farkında olan Ivkovic, Spanoulis'e de bu yönde bir görev vermiş ki Spanoulis'in daha ilk çeyrekte 5 asist yaparak hücumun akıcılığını fazlasıyla sağladı. (İlk maçta 19 top kullanan Spanoulis bu maç 13 top kullandı ve ilk maçta yaptığı 3 asiste karşılık dün 8 asist yaptı)

-Maçın ilk dakikalarında veremediğimiz bir mesaj olduğu konusunda çoğunlukla hemfikirim. Ancak bu mesajın ne olduğu konusunda bir çok kişiden ayrılıyorum. Böyle bir final maçında, hücumda potansiyelli bir takımın bir anda 10 sayı öne fırlaması bizim için "kazanamayacağız" mesajı değildi. Ancak sezon içinde zaman zaman yaptığımız gibi maçın yüksek skorla başlamasına izin verdik ki bu bizim için maalesef "biz sizin oyununuzu oynamaya geldik" mesajıydı. Olympiakos gibi evinde iyi hücum eden bir takımı daha ilk çeyrekten bu kadar havaya sokarsanız, savunmada onları durdurmanız her geçen dakika daha da zorlaşır.

-Maç öncesinde bahsettiğim "ekstra isimlerden katkı almayı" başardığımızı söyleyebilirim aslında. Shipp'in, Shumpert'ın ve Furkan'ın çift hanelerde skorlar üretmesi önemliydi ancak Gordon'un ve Ender'in sakatlıklarında Lakovic'ten de istenilen katkının gelmemesiyle kısalardan o istediğimiz performansı alamadık. Maçın kaybedilmesi bir yana özellikle hafta sonu Efes'le liderlik maçına çıkılacakken Ender'in ve Gordon'un sakatlığı da inanılmaz kritik. İkisinin de oynayıp oynamayacağı belli değil ancak ben özellikle Gordon'un oynayabileceğini sanmıyorum.

-Sonuç olarak maçtan sonra Efes'in Olympiakos'a iki maçta da yenilmesine, son maçın İpekçi'de olmamasından dolayı fikstüre ve sakatlıklara isyan edenler oldu. Ancak maç içine baktığımızda maçın kritik anlarında çok kritik ve basit hatalar yaparak kaybettik. İlk yarıda devrenin sonlarında oyunun tam olarak içine girmişken kötü oynanan devre sonu, Lakovic'in 54-53 yapan üçlüğünden sonra savunma ribaundunu alamayışımız ve üstüne yediğimiz seri, maç toplarını hiç savunamayışımız... Euroleague bir rüyaydı bizim için, dün ister şanssızlıklarla diyin, ister hatalarla diyin bir şekilde bitti. Bu sezon yaptığımız, gelecek sezon yapacaklarımızın teminatı olsun.

1 Mart 2012 Perşembe

Euroleague: Olympiakos - Galatasaray | Yazın Şu Tarihi!

Geçen hafta Abdi İpekçi'de Efes'i yendiğimizden beri -Mustafa Denizli hocama selam olsun- bu maçı kafamda oynamama rağmen aklımdakileri bir türlü yazıya dökemedim. Bunun sebebi benim heyecanım mı yoksa ne kadar düşünürsem düşüneyim son periyodu kafamda canlandıramamam mı bilmiyorum ancak Pazartesi günü yazmayı planladığım yazıyı bugüne kadar bıraktım ve hala kafamdakileri tam olarak toparlayabildiğimden emin değilim. O yüzden madde madde yazacağım bu yazıyı.

-Paok maçıyla başlayan Euroleague serüveninde, bugün 19. kez sahaya çıkıyoruz. Geriye dönüp baktığımızda ise Sinan Erdem'deki Efes maçı hariç kalp kıran bir maç hatırlayamıyorum. Maçın önemini anlatmak için süslü cümleler kurmayacağım zira bu benim becerebildiğim bir iş değil fakat bunun yanında taraftarın, sosyal medyada, Galatasaray ile ilgili forumlarda duyduğu heyecanı görünce buna gerek olmadığını düşünüyorum.

-Öncelikle Olympiakos'tan başlamak gerekirse aslında rakibimiz hücum sistemi olarak bize benzeyen bir ekip. Guardların domine ettiği, pick-and-roll'lerden üzerinden oynanan ve pivot hariç 4 kişinin genelde dışarıda oynadığı bir sistem. Bunun dışında yine tıpkı bizim gibi sırtı dönük oynayan bir uzunları yok ve uzunlarından daha çok pick-and-roll sonlarında faydalanıyorlar. Ancak onların hücum sistemini bizim sistemimizden ayıran en büyük farklılık hücum sistemlerinin pratikte tek kişi -Spanoulis- üzerinden dönmesi. Yani biz hücumda topu mümkün olduğunca paylaşarak ve bunun sonucunda 5 kişiyle hücum ederken Olympiakos'un hücum sistemi tamamen Spanoulis'in pick and roll varyasyonlarıyla dönüyor. Lafı "Spanoulis'i çok iyi tutmalıyız"a getirme amacında değilim zira bu herkesin bildiği bir gerçek ancak ben daha varyasyon kelimesine odaklanmak istiyorum. Olympiakos hücum tarafında sahaya iyi dizilen bir ekip ve spacingde de başarılı bir takım olduklarını söyleyebilirim. Spanoulis opsiyonunu kullanamadıkları zaman dışarıdaki 4 oyuncuyla hem sıkça potaya gidiyorlar -Top 16'nın en çok serbest atış çizgisine giden takımı- hem de dışarıdaki şutörleri çok rahat bulabiliyorlar. Yani savunmada öncelikle yapmamız gereken potayı iyi savunmak ve faul probleminden uzak durmak olarak gözükebilir ancak Spanoulis'e yardım getirdikten sonra dış oyuncuların şutlarını da mümkün olduğunca rahatsız etmeliyiz.

- Çok eski bir Avrupa basketbolu izleyicisi olduğumu söyleyemem ancak bu tip final maçlarında yıldızlardan çok beklenmeyen isimlerin maçı kazandıracak performansı göstereceğine inanıyorum. Bu demek değil ki Spanoulis ya da Gordon çok etkisiz olur ancak kenarda iki tane usta koç varken bu oyuncuların standartlarının çok üstüne çıkacağını düşünmüyorum. İki takımda da kenardan gelip maçın kaderini belirleyecek isimler beliyor kafamda, bizde Shumpert-Ender-Shipp, onlarda Printezis, Hines, Papanikolau ilk anda aklıma gelenler. Özellikle 2. beşlerin 4 numaralarının (Shumpert-Printezis) eşleşmesi iki ismin de çok tehlikeli oyuncular olduğu düşünüldüğünde çok kritik olacak. Onun dışında ekstra isimlerden gelecek her sayı çok önemli olacak ve ekstra skorer çıkarabilen takımın bir adım öne geçeceğini düşünüyorum.

- İşin hücum kısmında ise potaya gitmekten vazgeçmemek ilk planda olmalı. Olympiakos çok faul almasına rağmen aynı zamanda çok faul yapan da bir takım. İki takımın da pick-and-roll'lerden sonra bol bol içeriye kat ettiğini düşündüğümüzde bu hem kısır geçmesi tahmin edilen maçta faul çizgisinden kolay sayılar demek, hem de uzunların (Andric,Furkan-Hines,Dorsey) faul problemine girme ihtimali demek. Bunun yanında yine her zaman ki gibi 4 numaradan gelecek şut katkısı hem hücumun akıcılığı, hem de az önce bahsettiğim ekstra sayılar açısından kritik nokta. Cevher'in, Savovic'in ve tabii ki Shumpert'ın bulacağı her şut içerideki uzunlarımızı ve potaya sık giden Gordon, Shipp gibi isimleri rahatlatacaktır.

-Toparlamak gerekirse; zaman zaman takım olarak faul hakkımızı erken doldurup rakibi faul çizgisine gönderen bir takımız ve Olympiakos'un ligin en çok faul alan takımı olduğu düşünülürse özellikle periyot başlarında faul sayılarımıza dikkat etmemiz ve onları da mümkün olduğunca kendi silahlarıyla vurmamız lazım. Potaya sıkça gidebilmek için ise hem savunmayı açabilmek, hem de spacing'i daha iyi yapabilmek adına 4 numaralardan gelecek skor katkısı çok önemli.

Not:
-Olympiakos'un önemli oyuncularından Gecevicius'un bu gece oynaması beklenmiyor.
-Barış ve Dostluk Spor Salonu'nda maç saatinde 6-8 bin civarı seyirci olması bekleniyor.

Son 6 saat... Yazın şu tarihi!

27 Şubat 2012 Pazartesi

Mahmuti Röportajı ve Çıkarımları

Çok değerli hocamız Oktay Mahmuti, hafta sonunda GSTV'de "Euroleague Özel"in konuğuydu. Geçmişle, gündemle, gelecekle ilgili oldukça doyurucu bir röportaj oldu. İsteyenler röportajın tamamını şuradan izleyebilir ya da tam metine buradan ulaşabilir. Ben de Oktay hocanın röportajdaki bazı söylemlerinden çıkarımlar yapacağım.


"Şu aşamada yeterli organizasyona sahip değiliz. Hedeflerin ne kadar büyüdüğünü görürseniz o zaman aktiviteler de o ölçüde artıyor. Kişi sayısı bu konuya endeksli değildir ancak paylaşımın daha yoğun olması lazım. Şu aşamada bu şekilde bir organizasyon şemasında değiliz ama zaman içerisinde bu da oluşacaktır."

Oktay hocanın organizasyonla ilgili sıkıntıları olduğunu, organizasyon konusunda tam olarak istediği seviyede olmadığımızı biliyoruz. Hatta hatırlayacaksınız kendisi de sezon başında işin profesyonel konusuyla ilgilenmek için tribüne çıkmayı düşünmüştü. Euroleague A lisansı için aday olduğumuz ve Euroleague yönetimiyle etkileşimde olabilecek profesyonel eksikliğimiz mevcutken kendisinin o role geçmeyi düşünmesi o günün şartlarında anlaşılabilir ancak bu düşüncenin gerçekleşmemesi de bir o kadar sevindirici. Avrupa'nın en tepesindeki takımların 20-25 kişilik çok geniş ekiplerle yaptığı işi bizim teknik kadronun 4 kişiyle yaptığını düşündüğümüzde hocanın profesyonellik ve ekip konusundaki endişelerine de hak vermek gerekiyor. Umarım saha içindeki gelişme ve ilerleme saha dışına da yansıyacaktır, hocanın da söylediği gibi zamanla.


Burada bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz, bir çekirdek oluşturmaya çalışıyoruz ve bunu sağlam temellere oturtmaya çalışıyoruz. Bunu başardığımız zaman sistem onun üzerine yürüyecektir. Oktay burada olacak, olmayacak çok da önemli olmayabilir bir yerden sonra.

Oktay hoca takımın başına geçtiğinden beri nelirli bir istikrar ve belirli bir başarı ekseni üzerinden dönen bir yapı oluşturmaya çalışıyor. Bu yapıyı sadece oyun sistemi olarak görmek yerine bir bütün olarak baktığımızda ise bu yolda önemli adımlar atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu söylemden anladığım kadarıyla hocanın tribüne çıkma fikrini tam olarak rafa kaldırdığını söylemek güç. Saha içinde istediği yapıyı oluşturduktan sonra ama bu sezon sonu, ama ilerleyen sezonlarda tribüne çıkma fikrinin hala kafasında olduğunu düşünüyorum. Yönetimin bu konuda yapması gereken ise basketbol şubesinde profesyonellere daha çok yer vermek olacaktır ki Ünal Aysal'ın bu konuda başarılı bir isim olduğunu düşünüyorum, umarım hocanın bu konudaki isteklerini geri plana atmaz.


Dolayısıyla bugün biz eğer ki Andric’e veya işte pivot olarak söylediğiniz için söylüyorum, Andric’e veya Furkan’a; bir benim eski dönemde oynadığım gibi, bir Prkacin gibi, veya bir Kambala gibi bir oyun oynatırsak hayal kırıklığına uğrarız. Yani biz Andric’e ve Furkan’a kişisel olarak da, oyuncu olarak da çok büyük bir haksızlık etmiş oluruz.
Sene başında Pekovic dedikoduları çıktığında ve lokavt süresinde Zaza takıma dahil edildiğinde mobil olmayan bu iki ismi kadroya katmak isterken Oktay hocanın ne düşündüğünü oldukça merak etmiştim açıkçası. Zira bu isimler Oktay hocanın oynattığı oyunu düşündüğümüzde ideal pivotlar değildi. Ancak hocanın hem bu söyleminden hem de sisteminden bahsettiği diğer bölümlerinden anladığım kadarıyla sistem konusunda katı duvarlarımız olmayacak. Açıkçası gelecek sezonun kadrosunu düşünürken tamamen şuanki yapıya göre oyuncu düşünüyordum ancak Pekovic ve Zaza örneğinde de olduğu gibi farklı tip oyunculara da yönebiliriz zira hocanın "Eğer ki çok daha kalıplı ve low post oynayabilen bir oyuncu olsaydı, dönem dönem belki ondan da faydalanabilirdik" söylemi bunu destekler nitelikte.


"Sahanın belli yerlerinde bu her ne kadar çok gözükmese de, istatistiğe yansımasa da önemli katkılar yapan bir oyuncu. Sizin de söylediğiniz gibi Türkiye’de yıldız oyuncu kavramı çok öne çıkıyor ve illa ki 25 sayı - 18 ribaund gibi istatistik yakalayan oyuncu beklentisi oluşuyor ama benim Boris’ten böyle bir beklentim yok."
Songaila yazın takıma katıldığında takımın önemli skor opsiyonlarından biri olacağı düşünülüyordu ancak ben hala bir nebze ona haksızlık yapıldığını düşünsem de Songaila beklentileri karşılayamadı ve yerine Savovic getirildi. Savovic sezon ortası şartlarında alınabilecek en doğru isimlerden biriydi ancak Songaila'nın yerine geldiğinden dolayı insanlar ondan da önemli skor katkısı bekledi ve bu zamana kadar aldığı eleştiriler de genelde skor potansiyelinden kaynaklanıyor. Fakat Oktay hocanın da söylediği gibi Savovic Songaila'ya nazaran oyunun çok daha farklı yönlerine katkı yapıyor. Belki müthiş bir hücum silahı değil ancak atletikliğiyle, savunmadaki çabasıyla, ribaundlara katkısıyla iyi bir takım oyuncusu Savovic ki şu ana kadar oynadığı oyunla Oktay hocanın beklentilerini karşıladığını düşünüyorum ben.



Açıkçası Shumpert şut üzerine oynayan bir oyuncu, üçlük şut tehdidi olan bir oyuncu, şutların girmediği zaman onun verimliliği belki istediğimiz seviyede olmuyor. O tehdit bizim için nasıl Tutku’nun yaratıcılığını konuşuyorsak aynı şekilde Shumpert’ın çalışmasında aksaklık, oyun anlayışında, düzeninde aksaklık yok.


Takımın en önemli skor opsiyonlarından olan Shumpert son oynanan Efes maçı öncesinde son 15 şutunu kaçırmış ve 1/19 gibi felaket bir yüzdeyle oynamıştı. Fakat buna rağmen en önemli maçta bile Shumpert üzerinden oynanan oyunlar oynanmaya devam edildi ancak Shumpert'ın şutları girmezken bile onu normalde aldığı sürelerle oyunda tutan Oktay hoca eleştirilmişti. Ancak yukarıda da gördüğümüz gibi Oktay hoca Shumpert ile ilgili gelen soruya "ondan istenilenleri hala yapıyor" minvalinde bir cevap vermiş, yani Shumpert'ın girmeyen şutlarını sadece şanssızlığa bağlamış. Shumpert da umarım Perşembe günü hocasının güvenine karşılık en güzel hediyeyi verecek.


Açıkçası biz o dalgalanmaları azaltmak için sadece çalışabilirsiniz, çok tekrar ederek, anlatarak, yani farklılıkları seyrederek, farklılıkların nereden oluştuğunu analiz ederek, bir şeyi çözüme ulaştırmaya çalışırsın ama neticede bu bir bilgisayar oyunu değil. İnsan faktörü var, hata faktörü var, dolayısıyla küçük detaylar fark ettiriyor.
 "Zaman zaman hücumda büyük tıkanmalar yaşıyoruz" sezon genelini düşündüğümüzde takıma gelen en ciddi eleştirilerden biri. Ancak Oktay hoca bu tıkanmaları tek bir nedene bağlamak yerine en ufak detayın bile hücumdaki performansı etkileyebileceğine değinmiş. Özellikle Euroleague'de ne kadar sert ve efora dayalı bir basketbol oynandığı düşünülürse bu dalgalanmaları tek bir nedene bağlamamız doğru olmayacaktır. Örneğin bir maçta bu tıkanmaların sebebi "perdelemelerin yeterince iyi olmaması" olabilecekken diğer bir maçta "yanlış şut tercihleri" ya da "savunmada gösterilemeyen efor" olabilir.


"Ama oyuncular size geldikten sonra, onlarla çalıştıktan sonra bir takım şeyleri anlayabiliyorsunuz. Kimin neyi, ne yapabileceğini veya ne zaman, ne yapabileceğini karar veriyorsunuz."
Oktay hocanın "Gordon’u alırken ondan ne bekliyordunuz? Kritik maçta son topu kullanabileceğini biliyor muydunuz?" sorusuna cevabı ki benim de çok merak ettiğim sorulardan biriydi bu. Zira Gordon kadroya katıldığında ben dahil bir çok kişi "Savunmada pis işleri yapar, hücumda ise tamamlayıcı rolde olur" tarzında düşünüyordu ancak Gordon özellikle Tutku'nun da sakatlanmasıyla tamamen hücumun dümenine geçti ve görevini de layıkıyla yerine getiriyor. Bunun dışında son saniyelerde de kenar yönetimin isteğiyle sorumluluk alıyor ve Olympiakos/CSKA maçlarında bu konuda da nasıl başarılı olduğunu gördük. Oktay Mahmuti bu söylemiyle onun da Gordon'u alırken bizim düşündüğümüze yakın şeyler düşündüğünü gösteriyor. Ayrıca kupa için Konya'ya gittiğimizde Gordon'un bazı hazırlık maçlarının son dakikalarında çok iyi performanslar sergilediğini de öğrenmiştim ki bu da hocanın verdiği cevabı doğrular nitelikte.

23 Şubat 2012 Perşembe

Josh Shipp UCLA

Öncelikle söylememek gerekir ki sıkı bir NCAA takipçisi değilim ve bu mesajda da Shipp'in kolej kariyerini anlatmaya çalışmayacağım ki bunu yapmak için de yeterli birikime sahip değilim. Ancak takımda en sevdiğim oyunculardan biri olan Shipp'in UCLA zamanından karşıma çıkan bir iki fotoğrafı buraya koymak isterim.


Shipp, şu an NBA'de önemli yerlere gelen Kevin Love ve Russell Westbrook ile birlikte.


Shipp'in savunduğu oyuncu, şu an Houston forması giyen Chase Budinger.



Shipp yine UCLA'in NBA'e gönderdiği isimlerden biri olan Indiana'lı Darren Collison'la birlikte.

Shipp'in smacının yanı sıra potanın altındaki isim bu sezonun önemli 6. adam adaylarından James Harden.

Shipp ve arkasında yine NBA yapmış bir isim: Taj Gibson. 2009 yılından olabilir.


Bu sefer tanıdık isim yok, fotoğraf güzel.

Josh Shipp, Collison ile birlikte yolu ülkemizden de geçen (Telekom ve Petkim) Randle'a karşı.


Şutu kalkan isim Toronto'lu DeRozan.



Derrick Rose'u potaya giderken Shipp bile durduramamış düşünün (!)

Yeniden Derrick Rose.


Pac 10 turnuvasının şampiyonluğundan sonra. 2008.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Euroleague: Galatasaray - Anadolu Efes

Aslında bu maç için yazı yazmayı düşünmüyordum zira Sinan Erdem'de oynanan maç için halihazırda bir yazı yazmıştım. Ancak Efes ile oynadığımız önceki iki maçı düşündüğümde o günün dinamikleriyle, bugünün dinamiklerinin farklı olduğunu fark ettim. Oynadığımız Euroleague maçının boxscore'una şuradan , lig maçınınkine de buradan ulaşabilirsiniz. Ben de bu yazıda önceki yazıda yazdıklarımı tekrarlamadan, gördüğüm değişiklikleri yazacağım.

Konuktan başlamak gerekirse Efes Pilsen ilk maçın oynandığı bugünden çok daha geriye gitmiş durumda. Hatta Konya'da Galatasaray-Beşiktaş maçını beklediğimiz sırada Efes maçını izlerken oyuncuların da gidişattan rahatsız olduğunu gözlemledik ki özellikle Savanovic'in oyundan çıkışı sırasında Ufuk Sarıca'yla sert bir tartışması oldu ve tartışmada Savanovic'te sesini oldukça yükseltti. Ancak Efes Pilsen'in asıl büyük sorunları sahada yaşanıyor. İlk maçın kahramanlarından biri olan Vujacic oldukça formsuz ve Türkiye kupasının ilk maçında yabancı sınırına takılarak kadroya alınmadı ki sezon başını hatırlayacak olursak "Efes'i final 4'a taşıyacak adam" olarak alınmıştı. Gerçi biz o zaman da gülüyorduk buna ya, neyse.

Onun dışında Lafayette Ilievski'nin gidişinden sonra Efes Pilsen için bir "upgrade" olarak gözüküyor ancak onun da 1 numara gibi oynadığını ve takımı organize ettiğini söylemek güç. Onun sahada olduğu dakikalarda Efes Pilsen hücumu iyiden iyiye çorba halini alıyor. Yani bütün organizasyon yükü Kerem Tunçeri'nin olacak yine. (Kerem Banvit maçında oynamamıştı ama bu maçta sahada olacağını sanıyorum) Sinan Erdem'de oynanan maçta Göksenin Kerem'i oldukça yavaşlatmıştı, yine aynı performansı göstermesi işimizi bir nebze daha kolaylaştıracaktır.

Efes'in saha içinde gösterdiği kötü performansın önemli sorumlularından biri de şüphesiz Ufuk Sarıca. Avrupa'nın en iyi 4 numaralarından biri olan Savanovic'in üstünden 1 tane seti olmayan, sezonun bu döneminde hala rotasyonuna karar veremeyen ve hepsinden önemlisi yavaş yavaş oyuncularla iletişimini kaybeden bir koç var kenarda ki bu bütçeyle bu takımın kurulmasından bahsetmiyorum bile.

Galatasaray cephesinde ise tek soru işareti kupadaki Beşiktaş mağlubiyetinin takımı nasıl etkileyeceği. Alınmaması gereken ve kötü bir mağlubiyet oldu. Takımın bu mağlubiyetin etkilerini üzerinden atıp atamadığını görmek için ise akşamı beklemekten başka bir çare yok. Bunun dışında ilk maçta rezalet transition savunmamız sayesinde çoşan Savanovic'in bu maçta o boş şutları bulamayacağını, formsuz Vujacic'in o kadar yüksek isabetle atamayacağını ve takımın kritik anlarda daha dikkatli oynayacağını düşünüyorum. Eğer bir de sezon başından beri büyük maçların önemli bölümlerinde girmeyen şutlar, biraz daha yüzdeli girerse rahat kazanacağımız bir maç olacağını tahmin ediyorum.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Türkiye Kupası: Beşiktaş - Galatasaray

Yazının hemen başında belirteyim, blogu bu günden sonra biraz daha aktif tutmaya çalışacağım. Bir Eskişehirspor yazısı yazmam gerekiyordu ancak kafamdakileri bir türlü toparlayamadım, bundan sonra da sanırım genelde Galatasaray basketbolu yazacağım ama bir kenara onu da sıkıştıracağım zira fazlaca doluyum o konuda.

Neyse yazının konusuna dönüyorum hemen. CSKA maçından sonra Karşıyaka karşısında oyunun büyük bir bölümünü domine ederek alınan galibiyet takımın psikolojik eşiği aşması açısından önemli demiştim. Büyük maçlarda işin mücadele kısmında bekleneni fazlasıyla veren takım bu maçların büyük kısmında sonuca gitmekte zorlanmıştı. Ancak takım önce Olympiakos galibiyetiyle "büyük maç kazanma stresini" üzerinden atmış, ardından CSKA maçıyla zirve yapmıştı. CSKA maçından sonra ligde alınan Karşıyaka galibiyeti ise -3. periyodu bir kenara koyuyorum- artık takımın kolay kolay yenilmeyeceğinin mesajı gibiydi. Fakat beklediğim gibi olmadı; CSKA maçının üzerinden 1 hafta geçmişken sezonun kötü basketbollarından birini oynayarak Beşiktaş'a bu sezon ikinci kez mağlup olduk.

Maç için Konya'ya giderken Efes ve Fenerbahçe'den değil de daha çok Beşiktaş'tan çekindiğimi söylemiştim. Efes ve Fenerbahçe'nin formsuzluğu bir yana Ergin Ataman'ın Beşiktaş'ı sezon içerisinde istikrarsız olsa da tek maçlarda her zaman tehlikeli bir takım ki, antipatik de olsa Ergin Ataman takımını bu tip maçlara iyi hazırlayabilen bir koç, hakkını vermek lazım. (Beşiktaş'ın 3 Euroleague takımına karşı 4 galibiyet alması bunu kanıtlar nitelikte) Bu yüzden Aliağa maçını izleyenlerin "Biz bu Beşiktaş'a fark atarız" söylemlerine karşılık bu maçın farklı olacağını iddia etmiştim. Ha kaybedeceğimizi düşünüyormüyordum, orası da ayrı.

Maçın başlarında tempoyu tamamen Beşiktaş'ın dikte etmesine izin verdik ve iki takım da maça sayılar bularak başladı. Bu dönemde hücumda Gordon'un önderliğinde (4/4 şut isabetiyle, 8 sayı ile başladı Gordon) istediğimiz sayılar bulduk fakat savunmada o beklenilen sertliğe ulaşamadığımızı söylemek mümkün. Beşiktaş gibi bir takıma direksiyonu verirseniz ve daha maçın başında "savunma" mesajını vermek yerine ilk periyotta maçı "daha çok atan kazansın" moduna sokarsanız, zorlanırsınız. Yapmamız gereken özellikle Arroyo üzerinde baskı kurarak Beşiktaş'ın hücum sistemini bozmaktı ancak Arroyo çok iyi başladığı maçta devamını da getirdi ve takımını galibiyete taşıdı.

İlk yarıda kötü savunma yaptığımız dakikalarda özellikle pota altında Furkan'ın hem Bonsu'yla olan bire birlerinde hem de takım savunmasında aksadığını gördük ki Furkan maçın ilk yarısında Galatasaray formasıyla en kötü oyunlarından birini oynadı. Bonsu yapı olarak hızlı ayakları ve atletizmiyle Furkan'a sorun çıkartabilecek bir oyuncu ancak Furkan'ın da çok önemli pozisyon hataları yaptığını ve Bonsu karşısında sindiğini söylemek mümkün. Bu noktada Andric'in daha fazla oyunda kalmasını bekleyebilirdik ancak o da faul problemine girmemesi için kenarda kaldı ki onun oyunda olduğu dakikalarda çok daha etkili olmuştuk.

İlk yarının aksine ikinci yarıya savunarak başladık ve dar rotasyonla oynayan Beşiktaş'ın iyice yorulmasının da etkisiyle 3. periyotta Beşiktaş'a sadece 11 sayı imkanı verdik. İlk yarıda aksayan Furkan'ın hem savunmada, hem hücumda toparlanmasının farkın çift hanelere sayıların kapısına kadar dayanmasında büyük etkisi vardı. Beşiktaş ise bu bölümde daha çok Hawkins'in bire birleriyle oyunda kalmaya çalıştı. Karşınızda yorgun ve dar rotasyonla oynayan bir takım, savunma sertliğinizi yakalamışsınız ve rakibiniz oyundan düşmek üzere... Kısacası vurup geçmek için her şey müsait. Zira periyot başında da fark çift hanelere çıkmış. Ancak Galatasaray bu noktada son yumruğu atmak için fazlasıyla acele etti. Ender'in, Cevher'in, Jaka'nın maçı bitirmek için attıkları erken şutlar takımın hücum ritmini tamamen bozarken işin savunma kısmında da faul hakkımız dolmuşken yapılan anlamsız fauller Beşiktaş'a "acaba?" dedirtti. Beşiktaş faul atışlarıyla yaklaşırken, hücumda bütün sezonun aksine bireysel zorlamalar, anlamsız şut tercihleriyle bizden onların ekmeğine yağ sürdük. O noktadan sonra ise devreye maçın yıldızı Arroyo girdi. Pick-and-roll'lerden ürettiği sayılarla takımını maça tekrar ortak etti.

Devamını biliyorsunuz... Son 10 saniyede fark 3'ken faul yapmak yerine (Süre bittikten sonra Oktay hoca niye faul yapmadınız diye serzenişte bulundu, dip not) çok kötü bir savunma yaptık ve Serhat'ı bomboş bırakarak maçın uzamasına izin verdik. Uzatmada ise daha moralli Beşiktaş rüzgarı da arkasına alarak Galatasaray'ı 2. kez yenerek kupa dışına itti.

 Maç özelinde yaşanan ya da yaşanabilecek sorunlara değinmek istiyorum yazının sonunda. İşin mental kısmına bakarsak oynadığımız 2 maçın 2'sini de kaybettiğimiz Beşiktaş'a karşı psikolojik avantajı tamamen bırakmış olduk. Olası bir playoff eşleşmesi için Ergin Ataman'ın şimdiden ellerini ovuşturduğunu düşünüyorum. Efes'e de sezon içerisinde kaybetmemize rağmen iki maçta da kazabileceğimizi göstermiştik. Ancak Beşiktaş karşısında belki de sezonun en kötü oyunlarını oynayarak kaybettik ki bu noktada Beşiktaş'ın momentumu ve güveni arkasına aldığında çok tehlikeli bir takım olduğunu da unutmamak gerekiyor. İşin taktiksel kısmına geçersek, bu sezon canımızı sıkan noktalardan biri olan 4 numaralardan gel(e)meyen dış şut katkısı bu maçta da canımızı yakan noktalardan biri oldu. Eğer yarı sahada hızlı tempoda oynuyorsanız ve 5 numaralarınızı hareketli olarak kullanıyorsanız spacing ve saha dizilişi için 4 numaradan gelecek skor katkısı çok önemlidir. Eğer dikkat ederseniz 4 numaradan şut katkısı aldığımız maçlarda hücumda çok daha rahat oynadığımızı görebilirsiniz. Fakat bu maç özelinde Cevher'in, Savovic'in ve Shumpert'ın karavana attığını söyleyebiliriz ki hücumda 40 dakikada 70'li sayıları bile bulamamamızın temel nedenlerinden biri oldu bu girmeyen şutlar. Bunun dışında Tutku'yu çok aradığımızı söyleyebilirim. Ender'in sakatlıktan çıkmış olması ve henüz tam olarak forma girmiş olamamasından dolayı hücumun yükü Gordon'un üzerine biniyor ve onun da fiziksel olarak çok yıprandığını söylemek mümkün. Uzatmada sahne alamamasını da bu yorgunluğa bağlayabiliriz.

Sonuç olarak alınmaması gereken bir mağlubiyet oldu ancak olumlu düşünürsek CSKA maçından sonra alınan bu mağlubiyetin takımın biraz daha ayaklarının yere basmasını sağlayacağını umut edebiliriz. Çarşamba günü formsuz Efes karşısında Abdi İpekçi'deyiz. Maç önü yazısıyla görüşmek üzere....

1 Şubat 2012 Çarşamba

Euroleague: CSKA-Galatataray MP | Preview

"Kusursuzluk" gerek sporda, gerek hayatın diğer alanında kullanmayı sevdiğim bir kelime değil ve istisnaları bir kenara koyarsak kullanmayı da sevmem. İstisnayı yine bozmayacağım ancak Cska için "kusursuza en yakın" demek yanlış olmayacaktır. Daha yazının başından enseyi karartmak istemem zira bu takım birçok maçta, çok önemli rakiplere karşı son topa kadar mücadele etti ancak Cska'nın da bizden 2-3 gömlek üstte bir takım olduğunu en başından belirtmek gerekiyor. "Son topa kadar" mottomuzdaki istisnalardan biri olabilir maç; kırılmak, gücenmek yok.

PG: Teodosic/Shved
SG: Siskauskas/Jamont Gordon
SF: Kirilenko
PF: Khryapa/Vorontsevich/Lavrinovic
C: Kristic/Kaun

Geçen sezon TOP 16'ya dahi kalamayan Cska, Yunan takımlarının ekonomik sebeplerle krize girdiği dönemde bütçesinde önemli bir artışa gitti. Khryapa, Jamont Gordon, Sasha Kaun, Siskauskas gibi yıldızların yanına Avrupa'nın en değerli oyuncularından olan Kirilenko, Kristic ve Teodosic katıldı. Ve bunun sonucunda Top 16'nın neredeyse yarısına gelmemize rağmen henüz maç kaybetmeyen bir takım ortaya çıktı. Hücumdaki mükemelliğin -asistte, 2 sayı ve 3 sayı yüzdesinde 1.ler- yanında savunmada da çok iyi yardımlaşan ve potaaltını çok iyi kapatan bir takım görüyoruz.

Peki napmalıyız Cska'yı zorlamak için? Öncelikle hücumda guard-pivot ikili oyunlarını çok iyi oynamalıyız. Teodosic-Kristic ikilisi her ne kadar hücumda ikili oyunları harika oynasalar da işin savunma kısmında aynı etkinliğe sahip değiller. Fakat bu ikili oyunları oynarken Cska savunması oyun bilgisi muazzam iki forveti(Khryapa ve Kirilenko) sürekli yardıma giderek gerek şutları bozuyor gerekse de ribaundlara yardımcı oluyor. Yani bizim etkili olduğumuz ikili oyunları oynarken aynı zamanda da bu iki ismi potadan uzaklaştırmamız gerekiyor. Bu noktada da ikili oyunlar oynanırken, yardım geldiğinde mümkün olduğunca 3 ve 4 numaralarımıza cezaları kestirmemiz gerekiyor. Eğer maça o cezalar kestirerek başlayabilirsek Kirilenko ve Khryapa'dan gelecek yardımları minimuma indirebiliriz. Bunun dışında Cska bize göre çok daha fizikli bir takım ve bunun yanında birebir baskıyı da çok iyi yapıyorlar. Bizim de zaman zaman top kayıplarında sıkıntı yaşadığımız düşünülürse top kayıpları sıkıntı yaşayabileceğimiz bir faktör olabilir. Ayrıca Cska bu top kayıplarına fast-break'lerle çok çabuk ceza kesebilen bir takım ki Efes'in geriye koşamadığı dakikalarda transitionda nasıl darmadağın olduğuna geçen haftadan aşinayız.

İşin savunma kısmında ise Tutku-Andric ikilisinin oynadığı ikili oyunların 1 gömlek üstünü oynayan Teodosic-Kristic ikilisinin pick-and-roll'lerini mümkün olduğunca iyi savunmalıyız. Buradaki savunma stratejisini ise daha çok Teodosic'in performansı belirleyecek. Teodosic screen sonrası direk cezayı da kesebiliyor, bunun dışında oyun görüşü sayesinde hem pota altını hem de savunma rotasyonlarından kaynaklanan ceza atıcılarını buluyor. Teodosic'in şutunu riske etmek ilk etapta mantıklı tercih olarak gözükebilir ancak Teodosic kendi iyi başladığı ve şutunu bulduğu maçlarda savunmayı tamamen darmadağın edip, takım arkadaşlarını da rahatlıkla bulan bir isim. Bu nedenle ilk etapta Teodosic savunmasına öncelik vermeliyiz ki, bilindiği gibi Teodosic iyi savunmalar karşısında zaman zaman kontrolden çıkabilen bir isim. Fakat Teodosic'i savunurken pota altını mümkün olduğunca iyi kapatmalıyız ki savunma kaymalarını doğru yapmak çok kritik olacak. Bunun dışında az önce Cska'nın fiziksel olarak avantajlarından bahsetmiştim ki zaman zaman savunma ribaundlarında sıkıntı yaşayan bir takım olarak mutlaka ama mutlaka Cska'nın hücum ribaundlarını minimuma indirmemiz gerekiyor.

Yapmamız gerekenleri toparlamak gerekirse, işin hücum kısmında 1-5 pick-and-roll'lerini sıkça oynamalı, forvetlerden gelen yardımları mümkün olduğunca cezalandırmalı, top kayıplarını minimum seviyede tutmalı ve hücum tempomuzu 25-30 dakikalar civarı Olympiakos maçının 2. çeyreğindeki tempomuza yaklaştırmalıyız. Savunma kısmında ise Teodosic-Kristic pick-and-rollerine mümkün olduğunca dikkat etmeli ve bunun yanında da Teodosic'i kontrolden çıkarmak için ona mümkün olduğunca iyi savunma yapmalıyız. Bunun dışında fiziksel dezavantajımızı kapatmak için topa baskı ve savunma ribaundlarında sıkıntı yaşamamak için box-out'lar mühim.

Euroleague'in birçok kişiye göre en iyi takımıyla deplasmanda oynuyoruz ve açıkçası galibiyet ihtimalimiz çok düşük. Ancak takımın yine elinden geleni yapacağından şüphem yok fakat yine de beklentileri -bu maç için- büyütmemek gerekiyor.

15 Ocak 2012 Pazar

Anadolu Efes - Galatasaray MP | Preview

Kuralar çekilip, fikstür belirlendiğinden beri aklımdaki maç bugün oynanan Petkim maçının da bitmesiyle geldi çattı. Klişe olacak ama yazıya "Galatasaray basketbol tarihinin en önemli maçlarından biri" yazarak başlamak yanlış olmayacak sanırım. Euroleague'deki ilk senesinde Top 16'ya kalma başarısını gösteren Galatasaray, deplasmanda -gerçi muhtemelen Galatasaray taraftarı çoğunlukta olacak ama- yakından tanıdığı bir ekiple oynuyor ve bu maçta alınacak bir galibiyet Olimpiakos galibiyeti ile (2. maç, Abdi İpekçi) birleştiğinde muhtemelen Top 8'in kapısını aralayacak. "İki galibiyetle ne Top 8'i yeaa" diyenler olacaktır, saygıyla karşılıyorum ama grubunuzda CSKA gibi dominant ve grubu namağlup bitirmesi beklenen bir takım varsa ilk 2 maçta alınacak 2 galibiyet gruptan çıkma yolunda çok büyük bir avantaj olur, bu konuda da anlaşalım.

Anadolu Efes ile TBL normal sezonunda da karşılaşmış ve ilk yarı çok kötü oynadığımız maçta ikinci yarı muhteşem bir eforla geri gelmemize rağmen kaybetmiştik. O maçtan fikir yürütelim biraz... Efes'te o maçta fark yaratan iki isim vardı; Barac ve Kerem. Barac farkın açıldığı 2. periyotta sırtı dönük aldığı her topta etkili olmuş ve yardım getirmeyen Galatasaray savunmasını cezalandırmıştı. Ayrıca sadece işin hücum kısmında değil savunma kısmında da Galatasaray'ın sıkça oynadığı pick-and-roll'lerde ortayı kusursuza yakın kapayarak çok iyi bir maç çıkarmıştı. Kerem Tunçeri ise ikinci yarıda geri döndüğümüz dakikalarda hem takımı çok iyi yöneterek -pick-and-roll'leri harika oynamıştı- hem de gerektiği anda şutları sokarak maçı Efes'e aldıran isimlerden biri olmuştu. Yine bu iki isimden başlayalım, bize karşı yine etkili olması beklenilebilir bu isimlerin. Barac kalın bir uzun ve bizim görece ince uzunlarımıza karşı büyük bir fizik avantajı var. Burada yine bir tercih yapmamız gerekiyor; Barac'a ikili sıkıştırma getirecek miyiz yoksa yine birebir savunmayla mı durdurmaya çalışacağız. Aslında Sertaç'ın sezonu kapadığı ortamda sadece iki pivotumuz varken Barac gibi bir uzunu teke tek savunmak riskli gözüküyor ancak Savanovic, Vujacic hatta Sinan gibi ceza atıcıları olan bir takıma karşı ben yine teke tek savunmayı tercih ederim. Ayrıca Barac'ın sahada olduğu dakikalarda Fenerbahçe maçında Oğuz Savaş'a yaptığımız gibi bol bol Andric'in hareketliliğini kullanarak avantaj sağlayabiliriz.

Kerem Tunçeri savunması ise maçın kilidi olacak muhtemelen. Efes'in 1 numara rotasyonu herkesin dilinde, Kerem Tunçeri'den başka katkı verebilecek bir isim olmadığı da herkesin malumu ancak Kerem yazı çok kötü geçirmesine ve sezona da çok iyi başlayamamasına rağmen toparlandı ve bu maçta da Efes'in en önemli kozlarından biri olacak. Biz de muhtemelen onu Gordon veya Göksenin ile savunacağız. Hangi taraf ağır basacak şimdiden bir şey söylemek zor ancak Kerem'in iyi savunulması muhtemelen maçı almamız anlamına gelecek. Ayrıca sadece birebir savunmacısından değil pick-and-roll oynadığı dakikalarda uzunların da Kerem'e iyi savunma yapmaları gerekiyor.

Efes rotasyon olarak bu sezon oynanan ilk maça göre biraz farklı; o dönem lokavt sebebiyle Efes forması giyen Ersan Perşembe günü sahada olmayacak ancak sezona müthiş başladıktan sonra sakatlanan Kinsey sakatlıktan döndü ve formasına kavuştu. Ayrıca Kinsey'in yokluğunda daha fazla süre alan Sinan Güler de sezona felaket başladıktan sonra toparlandı. Ancak yine de Kinsey'in sezon başındaki performansında olmadığını ve Efes'in 2-3 numara rotasyonunda Cenk Akyol'un da süre aldığının da altını çizmek gerekiyor. Bizim rotasyonda da ufak değişiklikler var, sezon başında devamlı ilk beş başlayan Lakovic bencten geliyor ve onun yerine de -Ender Arslan'ın da sakatlığında- genç Göksenin sahada oluyor. Tunçeri'nin varlığını da düşündüğümüzde yine Göksenin-Gordon ikilisiyle başlayacağımızı sanıyorum ki doğrusu da bu gibi şimdilik. Lakovic'in benchten gelmesinin de doğru bir karar olduğunu düşünüyorum, savunmaların biraz daha düştüğü dakikalarda oyunda oluyor ki ilk beş çıktığı zaman rakip savunmaların ilk etapta planlarını onu durdurmak üzerine yaptığı düşünüldüğünde bu rolde daha faydalı olduğu açık. Bu arada Ender-Tutku ikilisi bugün oynanan Aliağa Petkim maçında oynamadı ancak onların da bu kritik maçta sahada olacağını tahmin ediyorum.

Yavaştan toparlamak gerekirse, yapmamız gereken Kerem'in direksiyona geçip oyunu istediği gibi yönlendirmesinin önüne geçmek ve Barac'ı mümkün olduğunca yavaşlatmak olmalı. Hücumda ise özellikle Barac'ın oyunda olduğu dakikalarda tempolu oynayarak ve mümkün olduğunca Furkan-Andric ikilisini kullanarak etkili olmaya çalışmalıyız. Oynanan ilk maçta hem Barac'ın iyi savunma performansı hem de dış şutların girmemesi sebebiyle Efes içeriye çok gömülmüştü, şutların girmesi durumunda da bu silahlarının tamamen devre dışı kalacağını düşünüyorum.

Sezon başından beri bir çok önemli maçı son toplara kadar getirmemize rağmen kazanamamıştık (Efes, Fenerbahçe Ülker, Siena, Barcelona, Kazan) ancak artık bir hedef maçı kazanmanın vakti geldi. Kazanacağımıza olan inancım da oldukça fazla umarım Galatasaray taraftarının ağırlıkta olduğu bir Sinan Erdem gecesinde tarihimizin en önemli maçlarından birinden zaferle ayrılırız.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Houston Maci Uzerinden Lakers Değerlendirmesi

Çok kısa bir sürede 7 maç yaptığımız döneme ben derslerin en yoğun olduğu dönemde yakalandım ve ilk maç sonrasında ancak dün geceki Houston maçını izleyebildim canlı olarak. League Pass sağolsun diğer maçları da atlayarak da olsa izleyebildim ancak Chicago maçından sonra Houston maçı fikir edinmek açısından önemliydi benim adıma. Geçelim gözlemlere:

"Söylesene Mike Brown hoca içeriye niye yeterince top inmiyor?"

Sezon başında yazdığım yazıda Mike Brown'un Duncan ve Robinson'lı dönemde Spurs'un kullandığı "ikiz kuleler" setlelerini kullanacağını söylemiştim. Pota altında iki tane 2.10 üzeri oyuncusu bulunan bir takımın yapması beklenen şey olmasına rağmen Phil Jackson döneminde pek yapamadığımız bir şeydi. Bu sezon "topu içeriye indirme isteğinin" varlığından söz edebilirim izlediğim maçlar itibariyle takım uzun sürelerde uzunları unutmuyor ancak sistemli ve düzenli bir şekilde topun pota altına indiğini söylemek güç. Bunun iki sebebi olabilir, öncelikle takımın oynadığı setler. Daha konuşmak için erken olabilir sonuç olarak çok yeni bir takımız ve geçen seneki sistemle arada adeta "gece-gündüz" farkı var ancak takımın oynadığı setler şimdilik tatmin edici değil gibi. Bugün de maçta Kobe'nin sık sık uzunlara screen yaptığını, Gasol'un screenden çıkıp hareketli bir şekilde şut attığını, Bynum'un topu potadan çok uzak aldığını gördük. Alçak postta Kobe'ye topu üçlük çizgisinin biraz içinde verebilirsiniz ancak uzunlardan verim bekliyorsanız onları mümkün olduğunca potaya yakın topla buluşturmak gerekiyor. Aksi takdirde o pozisyon potansiyel top kaybı oluyor.

İkinci sebep ise kısaların (Fisher/Blake-Kobe) mentalitesinden kaynaklanıyor. Fisher malum defoları her zaman üçgen hücumda kapatılan bir isimdi, onun hiç oyunu yönlendirdiğini ve uzunları oynatmak konusunda başarılı olduğunu görmedik, bu yaştan sonra da böyle bir beklentiye girmek doğru olmayacaktır. Blake geçen sezona göre çok daha iyi, oyun içi katkısı da önemli ancak onun da oyunu yönlendirmek konusunda vasatı aşabildiğini söylemek zor. Ondan beklentimiz daha çok ceza şutlarını kesip, savunmada rakip guardı mümkün olduğunca yavaşlatmayı beklemek olabilir ki bu konuda fena başlamadı. Bu iki ismin oluşturduğu 1 numara rotasyonu yıllardır olduğu gibi takımın en zayıf karnı ve uzunlara dayalı bir sistemle oynamak istiyorken iyice başımızı ağrıtacak gibi gözüküyor. Chris Paul, Deron Williams'ı geçtim Conley gibi bir isme bile razıyım. Şutları Kobe ve uzunlar arasında dengeli olarak dağıtabilecek bir "pass-first" mentalitesinde bir guard şu takımı 2 seviye yukarı çıkarır.

"Shaw gelmedi, Odom gitti, çok yalnızım hocam"

Guardların mentalitesinden bahsederken Kobe'yi de üç isim arasında sayıp ondan bahsetmedim, ona ve psikolojisine ayrı bir bölüm ayırmak istedim. Özellikle ikinci Denver ve Houston maçında Kobe'nin son senelerde süregelen "devreye girmesi gerektiği zamanda giren" mentalitesinin aksine 05/06 döneminde "sürekli devrede olması gereken" bir mentaliteyle oynadığını görüyoruz. Bu da doğal olarak pota altında ligdeki çoğu takıma ağır basan takımın hücum sistemine darbe vuruyor. Kobe'nin artık 30 civarlarında şut atmasına gerek yok (Denver 2. maç 28, Houston 29 şut) zira halihazırda elimizde ligin potaaltında en etkili olabilecek uzun ikilisi var. Ancak burda önemli olan şey Kobe'nin bu şutları atmasından çok bu şutları atmasına neden olan ruh hali. İnsanın aklına iki sebep geliyor, birincisi sezon başında Kobe'nin isteğinin ve beklentisinin aksine üçgeni devam ettirmek yerine Mike Brown'u getirerek sistemde tamamen değişikliğe giden ve bunun üstüne Odom'u da yok pahasına kağıt üzerinde Lakers'ın ciddi rakiplerinden biri olarak gözüken Lakers yönetimi olabilir. Ancak Kobe'nin yıllardır nasıl bir mental gelişim içerisinde olduğu ortadayken bunu düşünmek en azından şimdilik acımasızca geliyor. İkinci neden de Kobe'nin bunca sakatlıktan sonra kendini deneme isteği olabilir. Parmaklarında ve her ne kadar son dönemde hiç olmadığı kadar iyi dese de sezonun ilerleyen dönemleri için dizini test ediyor olabilir Kobe ki kazanma hırsının ne kadar yüksek olduğu bilinen bir oyuncu için olmayacak bir şey değil. Tabii bütün bunlara rağmen bu şutlar Mike Brown'un Kobe'den beklediği ve istediği şutlar da olabilir ki Mike Brown adına umarım durum böyle değildir.

Rotasyon ve Bireysel Performanslar

Geçen sezonki rotasyonla bu sezonki arasında en büyük değişiklik şüphesiz Metta World Peace'in benchten gelmesi. Barnes'ın sakat olduğu dönemlerde Ebanks ilk beş çıkarken, Barnes düzeldikten sonra ilk beşe yerleşti. MWP'in ikinci beşle beraber sahada olması riskli gözükse de şimdilik MWP'in iyi oyunu nedeniyle doğru bir tercih olarak gözüküyor. Hoca muhtemelen MWP'den savunma katkısının yanında skor katkısı da bekliyor ki, daha çok top kullanabileceği second-unit'le beraber sahada kalıyor MWP. Zaman zaman hücumda düzen dışına çıkabilecek bir oyuncu olduğunu biliyoruz, şu ana kadar çıkmaması da çıkmayacağının garantisi değil maalesef. Ama yine de istikrarsız da olsa second-unitten belirli bir skor katkısı alabilmek önemli. Bunun dışında Fisher'ın yavaş yavaş sürelerinin azaldığını görüyoruz ki Blake kendini buldukça daha da azalacaktır diye umuyorum.

Pota altı Odom'u kaybetmemize rağmen hala ligin en iyilerinden. McRoberts Houston maçında sakatlığı sebebiyle oynamadı ve muhtemelen Portland deplasmanında da oynamayacakmış ancak day-to-day olarak gözüküyor, ciddi bir sakatlığı olduğunu sanmıyorum. Performans olarak da tatmin edici isimlerden biri, takıma iyi adapte olduğunu söylemek mümkün. Mücadelesiyle, savunmadaki etkinliğiyle Gasol'u rahatlıkla yedekleyebilecek bir isim. Murphy de beklediğimden iyi başladı açıkçası, özellikle ribaund katkısı çok önemli. Hücumda da hiçbir zaman boş bırakılabilecek bir isim değil, sertlik konusunda da çok geride kaldığını görmedim.

"And the special greeting goes to...."

Aslan parçası Andrew Bynum ilk 4 maçlık cezasından sonra sezona muhteşem girdi. Houston maçında da kariyerinin ilk 20-20'sini yaptı ve 23 olan kariyer ribaund sayısına 22 ile oldukça yaklaştı. İlk üç maç sonunda da 22.7 sayı 15 ribaund 2 blok gibi muhteşem istatistiklere ulaştı. Eğer Lakers bu sezon şampiyonluk yolunda ilerleyecekse bunun en önemli koşulu Bynum'un sakatlıktan uzak durmasıdır. Sakatlıktan uzak durduğu takdirde zaten ligin en önemli pivotlarından biri olduğunu gösterdi ve bu çizgide devam ettiği takdirde rahatlıkla all-star olacaktır.