7 Haziran 2015 Pazar

Levent Gültekin: Şimdi kendimi de katarak söyleyeceğim orada, bizim gibi ideolojik tabandan gelenler için (ben İslamcılıktan geldiğim için) partiler kendi alt yapısını; partilerini, teşkilatlarını, tabanını demokratikleşmeden, -sizin beyannamenize bakıyorum çok yüksek demokrasi vaadi var- fakat kendi tabanı kendi teşkilatı kendi partisi kendi arkadaşları arasında o demokratik kültür yerlerde. Biz de İslamcılıkta gördük, sizde de var. Siz de iktidara geldiğinizde Ak Parti gibi ideolojik baskıya yenilmeyeceğinizin garantisi ne? Nasıl olacak? Yani, bir alt kültür yok, bir alt hazırlık yok. Bu kadar yüksek bir demokrasi Türkiye’de nasıl sürdürecek? Hatırlıyor musunuz bilmiyorum Ak Parti iktidar olurken ilk sloganı şuydu: Biz dindarların partisi olmayacağız. Daha ilk siyasete atılırken. Şimdi böyle diyerek yola çıktı ve vardığı nokta dindarların partisi olmak oldu. Niye çünkü altyapı yoktu. Demokrasi, kendi partisinde teşkilatında arkadaşları arasında yerleştirmemişti. Aynı sorun sizde de olmayacak mı, yani, siz de benzer bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmayacak mısınız?


Selahattin Demirtaş: Kesinlikle katılıyorum bu bir tehlikedir. Bizim için de bir tehlikedir. Ben hiç öyle, biz bu işi aştık bitirdik falan diyecek durumda değilim. Çünkü demokrasi kültürü dediğiniz şey kolay oluşmuyor. Evet, bir mücadele geleneği mutlaka olmalı. Demokrasi için mücadele ederken farkında olmadan mücadele ettiğiniz güce benzeşebiliyorsunuz. Bu tür tehlikeler bizim için de var. Ve ben, kendi partimde, arkadaşlarımda ben de dahil olmak üzere, bunu yenebilmek için ,çok cesur davranma gayreti içerisindeyiz. Tedbir nasıl alınır, inanın çok demokrat olacağız demekle tedbir alınmaz. Pratikte tedbirini alman lazım, ilk tedbir kadın temsiliyetidir bakın. Bütün farklı kesimlerden kadınlar, partide yöneticidir adaydır, vekildir. İkincisi eş başkanlık sistemi çok kıymetli, çok önemlidir. Üçüncüsü, çok farklı kesimlerle aslında bir koalisyonuz biz, ittifakız. O demokratik kültürü oluşturma sözü vermiş bir ittifakız. Biz buna uymazsak diğerleri itiraz edecek. O uymazsa, öbürü itiraz edecek. Kendi içinde bir denge, bir balans sistemi de oluşturmuş bir modeliz. Toplum da, yani bizim tabanımız da buna hazırdır. Yani bu değişime hazırdır. Böyledir demiyorum bakın, demokrasi kültürü kolay oluşmuyor, kültür kolay oluşmuyor, çok uzun süre istiyor, bazen nesiller geçmesi gerekiyor. Fakat HDP bu konuda bence cesur bir adım attı. Kendi bünyesine çok farklı kesimleri katarak inanılmaz bir örnek yarattı. Türkiye toplumunun tamamının temsiliyetini sağlayarak partinin yanlış yapmayacağını, yapma lüksünün olmadığı bir modelle yola çıktı. Bir defa lider kültü oluşmuyor, oluşmaması lazım. Eş başkanlık sistemi bunun teminatı, bunun dışında parti yönetimi, parti teşkilatları söz sahibi; bunun dışında kadın meclisleri söz karar sahibi. Bunlar demokrasinin aslında tabir-i caizse denge-denetleme sistemi içerisindeki güvenceleridir. Eğer partiyi bu şekilde korumaya başarırsak tek bir adam etrafında partiyi toparlayıp o varsa parti var, o varsa parti yok noktasına getirmezsek bu bir güvencedir. Fakat yine de zaman ister, yani bahsettiğiniz kaygıları çok iyi anlıyor ve katılıyorum ve hepimizin buna dikkat etmesi lazım. Bu kadar büyük emeği bedeli getirip iktidarlaşma, devletleşme adına heba etmemek lazım. 

17 Kasım 2014 Pazartesi

TBL: Eskişehir Basket-Uşak Sportif & Galatasaray Liv Hospital-Fenerbahçe Ülker

Eskişehir Basket-Uşak Sportif:

Eskişehir Basket'i ilk defa Eskişehir'de izleme şansım oldu. Tribünden saha içine kadar bir sürü şüphem var. Bu proje uzun süreli olabilir mi, Eskişehir halkı takımı sahiplenir mi, emin değilim.

İzlediğim 10-11 takım içerisinde Eskişehir Basket açık ara en kötüsü. Yabancı sınırının değiştiği, yabancı kalitesinin arttığı ligde sadece Walsh ve Brackins'ten katkı alabilmek kadro planlaması ve scouting faciası. Özellikle lig başladıktan sonra gelen Homan ligin en kötü yabancılarından biri.

Alp Bayramoğlu'nun takımdan ayrılmasından sonra, -ki ayrılığı Alp Bayramoğlu istemiş- göreve gelen Cem Akdağ'ın takıma bir hava katabileceğini düşünmüştüm. Ancak Eskişehir basket ligin en temposuz takımlarından biri. Cem Akdağ hocanın elinde tempolu, transition'lara önem veren sistemine uygun oyuncu grubu yok. Chaz Williams'a biraz daha sabredilebilirdi.

Eskişehir Basket Cem Akdağ'ın talimatıyla/zorlamasıyla birkaç kere tempoyu arttırmaya çalıştı ancak hemen her hücum Walsh'un isolation'larıyla bitti. Yarı saha hücumunda isolation'lar dışında herhangi bir plan yok.  Jordan Bachynski'nin rotasyon dışı kalması, Homan'ın felaket performansıyla pick-and-roll gibi alternatif bir plan yaratmak da mümkün gözükmüyor.

Maçın oynandığı salon Eskişehir standartlarında epey uzak olmasına rağmen güzel salon. Daha önce Türkiye Kupası son 8, TKBL All-Star vs oynandı. Kapasitesi de 3-4 bin civarıdır muhtemelen. Salon yarı yarıya -belki biraz daha az- doluydu. 50-60 kişilik bir Nefer-AltEs grubu dışında genelde ailesiyle-arkadaşlarıyla gelenler vardı. -Eskişehir Basket yönetiminin "Eskişehirspor tarafını salonda istemiyoruz söylentisini hatırlatayım- Bahsettiğim 50-60 kişilik grup dışında fena bir taraftar da yoktu salonda. Ancak hem takımın felaket halinden -küme düşme ihtimali- hem de takımın şehre hiç aidiyet vaadetmemesinden dolayı Eskişehir Basket projesinin uzun soluklu olacağından şüpheliyim.

------

Galatasaray Liv Hospital-Fenerbahçe Ülker:

Hafta içinde bir başka kritik deplasman maçını ortaya hiç karakter koyamadan farklı kaybettik. Olympiakos ters geldi, sert takım vs vs ancak Fenerbahçe deplasmanına giderken alınacak referanslar bunlar ve pek de ümit vermiyor.

Oly maçında pick-and-roll'ler iyi savunulduğunda ne hale düştüğümüzü gördük. Oly her pick-and-roll'u yüksek karşıladı ve Furkan'a top inmesine izin dahi vermedi. Burada Ergin hocanın sezon başında Jawai'yi takımda tutmak istemesi, bu tip maçlarda alabileceği alçak post katkısı nedeniyle daha mantıklı geldi.

Bu maç için en çok başımızı ağrıtacak şeyin bire bir savunma olacağını tahmin ediyorum. Olympiakos maçında hem bire bir savunmayı hiç yapamadık, hem de hücum 5'e 4 kaldığında yardım savunmalarını yapamadık. Aynı savunma devam ederse Fenerbahçe, Bayern maçı benzeri bir şut performansı yakalayabilir.

Fenerbahçe'nin Oğuz'la başlayacağını tahmin edersek Furkan'ın hafta içine oranla daha rahat olacağını tahmin ediyorum. Ancak Furkan'ın etkili başlaması durumunda Obradovic Vesely'i 5 numaraya kaydırabilir -ya direk Vesely'le başlayabilir- ki Furkan'ın kendisinden daha atletik uzunlar karşısında veriminin düştüğü gördük.

Olympiakos maçında Carlos-Erceg pick-and-pop'larından çok erken vazgeçtik. Fenerbahçe'nin şut atan 4 numaraları savunma zaafı var, Erceg'i bol bol kullanmalıyız.

Fenerbahçe favori ancak tempoyu kontrol eder, savunmada bire birlerde kolay yenilmeyip, Arroyo-Erceg/Furkan ikili oyunlarını etkili kullanabilirsek kazanma şansı yaratabiliriz.

Son Not: Arroyo Eurohoops'a verdiği röportajda geçen sezonun final serisi 7. maçında çekilme kararının kendisini kırdığını söylemiş. Onun motivasyonunu da merak ediyorum.

11 Ekim 2014 Cumartesi

"Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, kader ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. (...) Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı."

Puslu Kıtalar Atlası

9 Eylül 2014 Salı

Dünya Şampiyonası: Türkiye-Litvanya


Yazının fazla uzun olmasını istemiyorum, direk teknik taktik kafamdaki birkaç şeyi söyleyip, yazıyı tamamlayacağım.

Kalnietis'in sakatlığı Litvanya'nın planlarını fazlasıyla değiştirdi. Oyun kurucu olarak pek beğenmesem de Kalnietis ile daha dengeli bir Litvanya vardı. Bu sakatlıktan sonra daha pota altı endeksli oynayan bir Litvanya gördük. Moteijunas-Valanciunas ikilisi hem içeriden hem dışarıdan istikrarlı skor katkısı veren, sertlikten kaçmayan ve -özellikle Avrupa basketbolu için- birbirini tamamlayan bir ikili.

Turnuva boyunca biz de uzun rotasyonunda turnuva boyunca pek sıkıntı yaşamadık. Furkan, Ömer, Kerem, Oğuz'dan belirli periyotlarla katkı aldık. Ancak Litvanya'nın uzun ikilisi karşısında sıkıntı yaşayabiliriz. Şöyle ki; Özellikle Yeni Zelanda maçında dış şut atan 4-5 numara karşı sıkıntı yaşadık. Barış Hersek'in rotasyon dışı kaldığını da düşünürsek dışarı çıkan uzunu kovalama konusunda sıkıntı yaşayabiliriz. Moteijunas da savunma hatalarına cezaları kesmeye oldukça uygun bir uzun.

Valenciunas ise Ömer'i en çok zorlayabilecek uzun tipinde. Kalın, sert, alçak postta etkili, Baynes tipi bir uzun. Ömer'in savunma sipesyelinin pick and roll savunması olduğunu da hesaba katarsak Valanciunas'ın alçak postta Ömer'i yıpratacağını tahmin ediyorum. Kağıt üzerinde kalite farkı gözükmese de, Litvanya'nın uzunları kullanma ısrarı/başarısını da göz önüne alarak, uzunlarda ibre Litvanya'nın lehine gibi gözüküyor.



Murat Didin dün maçı değerlendirirken "kazanmak için basketbol sopası atmalıyız" dedi. Maçı kazanmak için bu bir yol olabilir(di) ancak 4 numara dışında hiçbir pozisyonda sertlik avantajımız yok. Tam tersine Ömer-Valanciunas/Emir-Maciulis eşleşmesinde sertlik ibresi Litvanya'dan yana. Maçı kazanmak için yapılması gereken guard'sız Litvanya'nın dengesini bozmak adına alan savunmasını, yüksek tempoyu, tam saha presi kullanmak. Kerem Tunçeri geçen maç kıpırdandı, katkısı çok değerli olur.

Hücumda en yaratıcı elimiz olan Emir'in karşısında Avrupa'nın iyi görev adamlarından Macuilis olacak. Emir'in geçen maç -son 1 dakikaya kadar- kalıplı 2-3 numaralar karşısında zorlandığını hesaba katarak, turnuva standartlarının altında kalacağını tahmin ediyorum. Bu noktada da kenardan gelecek dış skorer -Cenk- ve Kerem-Ender ikilisinin 1 numarada Litvanya'ya sağlayabileceği üstünlük -Litvanya'nın temposuna bozmakla birlikte- galibiyetin anahtarları olabilir.

Ben 10 fark civarı bir Litvanya galibiyeti bekliyorum. Yine de Litvanya'nın Yeni Zelanda karşısında son dakikalarda yaşadığı kriz -guard eksikliği kaynaklı- ümit veriyor.

Kritik Eşleşme: Kerem Gönlüm-Moteijunas
Kritik Oyuncular* (Türkiye): Cenk Akyol, Kerem Tunçeri
Kritik Oyuncular* (Litvanya): Pocius, Maciulis

*Kritik derken, "kilit oyuncu"dan çok, katkısıyla maç alabilecek rol oyuncusunu kastediyorum.

3 Mayıs 2012 Perşembe

43 Senelik Bu Çile!

Takım sporlarının en çok kullanılan klişelerindendir basamakları teker teker yürümek. Bu doğrultuda Oktay Mahmuti, Galatasaray'a geldiğinde 3 senelik bir plan yaptıklarını ve 3 senenin sonunda hedefin lig şampiyonluğu ve Euroleague'e katılmak olduğunu söylemişti. Hedefler çok erken aşıldı, basamaklar klişenin aksine koşarak çıkıldı ve 1 sene öncesinde küme düşmeme maçı oynayan takım, Oktay Mahmuti önderliğinde şaha kalktı. 3 senelik planın henüz ilk senesinde ligde final oynayan Galatasaray, 2. sezonun hemen başında Euroleague bileti ve Cumhurbaşkanlığı kupasıyla neredeyse 15 günde 1 senelik anı biriktirdi.

Basamakların koşar adım çıkıldığı ortamda, uzun süredir beklenen ve hedeflenen şampiyonluk için lig liderliği ve final serisi de dahil olmak üzere bütün playoff'lar boyunca ev sahibi avantajını elinde tutmak Abdi İpekçi'nin büyülü atmosferi ve lig boyunca sadece 2 mağlubiyet alındığı ortamda son derece önemliydi. Euroleague biletinin, A lisansı alınamaması durumunda, lig şampiyonluğundan geçtiği de düşünldüğünde CSKA'yı, Olympiakos'u, Efes Pilsen'i, Fenerbahçe'yi deviren; Siena ve Barcelona'yı da son ana kadar zorlayan "Abdi İpekçi Galatasaray'ı" için normal sezon liderliği her ne kadar playoff için daha zorlu yol olduğu düşünülse de tarifsiz bir kazanç idi. Bu kazanç uzun ve zorlu maratonun sonunda sağlandı ve finale kadar ev sahibi avantajını elimizde tutacağımız şampiyonluk yürüyüşü Cumartesi günü Abdi İpekçi'de başlayacak.

Tatsız İthamlara Verilen Cevap

Geçen sezon playoffların başlamasına kısa bir süre kala lig 2.'si olan Galatasaray, ligin son maçında Antalya BB'ye kaybederek lig 2.'liğini Banvit'e kaptırmış ve playoff ilk turuna 1-0 geride başlayacağı Olin serisi yerine, Beşiktaş ile başlamıştı. O gün Abdi İpekçi'de yaşananların farkında olmayan, Antalya'nın takım olarak müthiş bir yüzde ile attığını ve Galatasaray'ın maçı kazanmak için elinde geleni yaptığını görmezden gelen Olin'liler Galatasaray'ın kendileriyle eşleşmemek adına Antalya BB'ye "yattığını" iddia etmiş ve başta Oktay Mahmuti olmak üzere Galatasaray camiasına en hafif tabirle talihsiz ithamlarda bulunmuşlardı. İlk haftada deplasmanda oynanacak olan Olin maçı, sezonun ilk maçı ve Olin'in ligin dişli takımlarından biri olmasının yanında bu açıdan da son derece önemliydi. Zor geçmesi beklenen maç, özellikle hücumdaki müthiş performansla rahat bitmiş ve 30 sayıya dayanan farkla ilk hafta kayıpsız geçilmişti.

İlk Mağlubiyet

Sezona 4'te 4 ile başlayan iki takımın mücadelesinde Galatasaray MP ile Anadolu Efes'in Abdi İpekçi'deki karşılaşması taraftarın büyük bir çoğunluğu için "sezonun ilk büyük maçıydı." İlk yarıda özellikle Barac'ın hücumda sırtı dönük oyunuyla ve savunmada ortayı kusursuza yakın kapatmasıyla farkı açan Efes, maçın sonlarında muhteşem mücadele eden Galatasaray'a yakalanmıştı. Ancak düşük skorlu geçen maçta 10 sayılır farkı kapatmak için oldukça fazla efor sarf eden Galatasaray, maçın son anlarında oldukça yorulmuş ve bu periyotta devreye giren Kerem Tunçeri Anadolu Efes adına galibiyeti getiren isim olmuştu.

Sezonun En Kötü Basketbolu

Önemli mi bilmiyorum ama Ergin Ataman karakter olarak hoşlandığım bir isim değil ancak bu sezon en çok "kırıldığım" maçların altında imzası var (Bu maç ve Türkiye kupası yarı final.) Tamam, kazanmak bir tarafa her zaman kendi karakterinize uygun basketbolu oynayamayabilir ya da sahada istediklerinizi yapamayabilirsiniz. Ancak bu takımın mücadelesine alışan biri için bu tip maçlar oldukça kalp kırıcı oluyor. Ayrıca bu maç Oktay Mahmuti'nin Galatasaray'ının 2 sezon içerisinde en çok beklentilerin aldığı maçlardan biri olarak (ki bu maçlar toplasan beşi geçmez) aklımda yer etti. Skor olarak maçın içinde olduğu dakikalarda bile oldukça kötü bir performans sergileyen Galatasaray, özellikle 3. çeyrekteki felaket performansla Beşiktaş'a teslim olarak ligdeki ikinci mağlubiyetini aldı.

Sinan Erdem Mağlubiyeti ve İlk Soru İşareti 

"Fenerbahçe deplasmanlarında iyi oynayıp istediğin skoru elde edememe sendromu"nun sadece futbola özgü olduğunu sanıyorsanız, tamamiyle yanılıyorsunuz demektir. Galatasaray ilk 3 periyodunu rakibinden çok daha iyi oynamasına rağmen, son periyoda sadece 6 sayı farkla girmiş ve bu periyotta gerek basit top kayıpları, gerek transition savunmasındaki aksamalar nedeniyle 1 dakika kala 4 sayı geri düşmüştü. Marko Tomas'ın arka arkaya gelen 2 üçlüğü, top kayıplarından sonra yenen boş turnikelerden sonra tam herkes "maç bitti" demişken, maçın kaderini belirleyecek top Jamon Gordon'un ellerinde kaldı ancak Gordon bomboş üçlüğü değerlendiremedi ve Sinan Erdem'den 1 sayı farkla mağlup ayrıldık ve böylece şampiyonluk rakiplerimize karşı ligde 0 galibiyet ve 3 mağlubiyet olduk. (İleride bu "son topa kadar mücadele ettiğin büyük maçları kazanamama" sendromu Olympikos maçıyla bitecek.)

CSKA'dan Sonra Lige de Mesaj

Türk basketbol tarihinin en unutulmaz maçları arasına girmiş CSKA galibiyetinden sonra ligin en zor deplasmanlarından birinde Karşıyaka ile karşılıyorsunuz. İlk giriş kısmı bile "potansiyel mağlubiyet" kokuyor. Ancak bu takımda kendimizden birşeyler bulmamızı sağlayan; her maça ayrı konsantre olan oyunculara sahipseniz mağlubiyet ancak ve ancak sahada sonuna kadar mücadele edildikten sonra kabul edilebilir. CSKA maçından sadece 3 gün sonra Karşıyaka'nın karşısına çıkan Galatasaray henüz ilk devrenin sonunda 18 sayılık farkı bulmuş, CSKA 3. periyotta taraftarının desteği ve fiziksel olarak daha hazır olmasının etkisiyle farkı kapamasına rağmen Galatasaray son periyodu "bir Euroleague takımı soğukkanlılığı"yla oynamış ve ligin en zor deplasmanlarından birinden galibiyet ile dönmeyi başarmıştı.

(GİZLİ) LİDER

Sedat İncesu'ya, Fatih Terim'e saygısızlık yapmak istemem ama bazen tüm bir camiayı ayağa kaldıran olaylar olur. Geçtiğimiz sezonun Galatasaray'ı bu yüzden fazlaca özeldir benim için. Yönetimi karışık, lokomotif branş futbolda tarihin en kötü sezonunu geçiren, "spor kulübü olduğu gerçeğini unuturcasına" amatör branşlarda geride kalan Galatasaray bana göre geçen sezon playoff yarı finalinde oynanan Banvit serisi ile ayağa kalkmıştır. Bu doğrultuda her geçen gün mutluluğumuza mutluluk ekleyen takım Top 8'in kapısından döndükten hemen sonra ligde Anadolu Efes ile liderlik maçına çıkıyordu. Jamon Gordon Yunanistan'daki maçta sakatlanmış, Efes Pilsen hayal kırıklığı yarattığı Euroleague sezonundan sonra yeni hocasıyla çıkış arıyordu. Yenilginin kabul edilebilir olduğu ortamda Galatasaray, deplasmanda maçı kazanmakla kalmamış ilk maçtaki 7 sayılır marjı da kapatarak, maç eksikleriyle birlikte ligin gizli lideri olmuştu.



SHİPP ve LİDER


Teknik kadronun söylerimlerini takip ediyorsanız "karakterli basketbolcu" lafına sıkça tanık olabilirsiniz. Gelişen teknoloji ortamında, oyuncuların karakterlerini öğrenmenin rahatlığından ve zorunluluğundan sıkça bahsederler. Bornova'da sayı krallığına oynayan Shipp, Galatasaray'a geldikten sonra pis işleri yapan görev adamına evrilmişti. Ligin iyi takımlarından Banvit'e karşı oynanan maçın 3. periyodunda, bomboş turnikeye giden rakibini yakalamak adına depar attıktan sonra çok şanssız bir sakatlık geçiren Shipp'in yokluğuna rağmen 12 sayı altında kaybetmesi halinde bile liderliğe oturacak olan Galatasaray buna rağmen deplasmanda rakibini yenmiş ve o çok beklediği liderlik koltuğuna oturmuştu.

Dip Not: Mahmuti'nin yerdeki Shipp'in yüzüne bakamayaşının fotoğrafı...

Djedovic'in Gelişi ve Arka Arkaya Kazanılan Derbiler

Shipp'in şanssız sakatlığından sonra Alan Anderson ve Simon isimleri geçmiş ancak son olarak "potansiyelli" olmasına rağmen beklentileri şu ana kadar karşılayamamış Djedovic gelmişti. Shipp ve Djedovic saha içinde birbirlerinden farklı oyuncular ve Djedovic işin hücum kısmında takıma beklentilerin üstünde katkı yapmış ve takımın hücum potansiyelini tek başına arttırmıştı. Djedovic'in takıma katılmasıyla rahatlayan Gordon ve özellikle Lakovic, hem maçın sonlarında daha diri kalabiliyorlar hem de savunmalar artık tamamen onlara konsantre olmuyordu. Bu döneme kadar kazandığı büyük maçlarda genelde savunmasıyla öne çıkan takım, Djedovic'in gelişinden sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşısında 92 ve 84 sayı atarak kazanmayı bildi.

FİNAL

İki sezon üst üste beklentilerin üstüne çıkan, Euroleague'de henüz daha ilk sezonunda Final 8'in kapısından dönen (Efes Oly maçlarından 1 galibiyet çıkarsa...) ve bu yolda giderken bildiği doğrulardan hiç şaşmayan, son topa kadar mottosunun hakkını veren ve her salona gidişinizde "iyi ki gelmişim" hissini veren takımı nasıl sevmezsiniz, hele bir de 43 yıl aradan sonra lider oluyorsa! Maç genelinde oldukça zorlandığımız ve özellikle ilk yarıda Toolson'un insalık dışı performansını izlediğimiz maçta son dakikalardaki performansla Aliağa deplasmanından da galibiyetle dönerek playofflar boyunca saha avantajını elimizde tutmaya hak kazanıyoruz.

Son paragraf playoff ilk turu için olsun. Rakibimiz ligi 8. sırada bitiren Tofaş. Ligdeki iki maçı da kazanmamıza rağmen özellikle kendi sahamızda oynadığımız maçta oldukça zorlanmış ve maçı ancak 2. uzatmada kazanabilmiştik. Nihat İziç önderliğindeki Tofaş hem Kenan Sipahi, Samet Geyik ve Uğur Dokuyan gibi genç ve potansiyelli oyuncularıyla hem de Bradley Buckman, Austin Nichols gibi iyi yabancılarıyla problem çıkarabilecek bir takım. Sezon içerisinde de şampiyonluk adayların Fenerbahçe, Beşiktaş ve Anadolu Efes karşısında birer galibiyetleri var. Ancak ciddiye aldığımız takdirde 2 maçta işi bitiririz diye tahmin ediyorum. Umarım takım playoff'ta ilerler de, burada görüşürüz. Sağlıcakla.


--


http://sportifcumleler.blogspot.com/2012/05/43-yl-sonra.html

13 Nisan 2012 Cuma

Furkan Aldemir'in Bugünü, Yükselişi ve Geleceği

Bazı oyuncular vardır, eğer bunlar tuttuğunuz takım için mücadele ediyorlarsa onların parke üzerindeki gelişimi ve değişimi diğerlerinden hep daha fazla mutlu eder sizi. Örneğin sezon başında "pis işleri yapar" düşüncesiyle alınan Gordon'un bir anda hücumun dümenine geçmesi beklenti/performans ekseninde düşünüldüğünde çok değerlidir. Ya da Bornova'dan skorer olarak gelen Shipp'in bir anda görev adamına dönüşmesi... Bu bahsettiğim örnekler teknik ekibin tasarrufu olarak gelişen durumlar, ayrıca burada bir de sisteme uygun genç oyuncuların oynadıkça büyüyen performansları vardır. Geriye baktığınız zaman, geldiği noktadan çok daha ileride gözüken ve bu gelişimi tuttuğunuz takımın forması altında gösteren oyuncular vardır. Taraftarı en çok keyiflendiren şeylerden biri kesinlikle budur.

Yazın gerçekleşen Furkan Aldemir transferi hemen hemen Selçuk İnan transferine eşdeğerdi benim için. Selçuk'un kendini Furkan'a göre daha fazla kanıtlamış olması bir yana, ezeli rakibin elinden alınan potansiyelli oyuncu hem kadroya müthiş bir katkı hem de bir vizyon göstergesiydi. Furkan ilk başlarda bahsettiğim Gordon ve Shipp örneklerinde olduğu gibi keskin bir rol geçişi yaşamadı ancak sahaya her çıkışında oyununun biraz daha büyüdüğünü, biraz daha geliştiğini göstermiş oldu.

Bu seneki gelişimine rağmen Furkan'ın daha katetmesi gereken çok yol var. Alçak postta hala skor üretebilecek bir oyunu yok, savunmada zaman zaman pozisyon hataları da yapabiliyor ancak bunlar çalışarak ve zamanla olacak şeyler ki, Furkan'ın iş ahlakı konusunda nasıl bir sporcu olduğunu burada tekrar değinmeme gerek olmadığını düşünüyorum. Geçen sezon Fenerbahçe maçında çok önemli bir diz sakatlığı geçirdikten sonra çok çalışarak nasıl geri döndüğü Furkan'ın bu iş ahlakına ufak da olsa bir örnek olabilir.

Furkan'ın son 7 maçta 10 sayı 8 ribaund civarı ortalamalar tutturması onun sezon içerisinde olgunlaşan ve gelişen performansına ışık tutabilir (bu süre zarfında 3 tane double double'ı, bir tane de double double'ı 1 ribaundla kaçırdığı bir maç var) ve bu performansının Andric'in sezon standartlarının altında geçirdiği bir dönemde gelmesi, değerini de ortaya koyabilir ancak az önce de bahsettiğim gibi Furkan'ın kendisinden beklenen noktaya gelebilmesi için hala daha kendini geliştirmesi gereken çok nokta var. (Serbest atışlarla başladı bile.)

Furkan'ın ilerleyen yıllarda göstereceği gelişim onun kariyer rotasını da çizmiş olacak. Hedeflediği şekilde NBA'e gidebilecek mi ya da Avrupa standartlarında iyi bir uzun mu olacak buna kendisi karar verecek. Ancak ben onu 2-3 seneden beri izleyen bir basketbol seyircisi olarak NBA'de tutunmasının çok da kolay olmayacağını tahmin ediyorum. Öncelikle Furkan NBA standartlarında fizik olarak 4 ve 5 numaraların arasında kalıyor. Avrupalı uzunların NBA'de tutunamamasının en büyük nedenlerinden biri olan bu faktör, Furkan'ın NBA'de kendisine en az Ömer Aşık kadar rol edinmesi engelleyebilir. Ancak bunun sebebi Furkan'ın Ömer Aşık'tan daha az potansiyelli olması değil, yukarıda da bahsettiğim gibi fiziksel nedenler içeriyor. Bunun dışında ben Furkan'ın Avrupa'da kalma yolunu seçtiğinde çok daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Stil olarak Avrupa'ya çok uygun ve sıkça bahsedilen "şutunu geliştirmesi lazım"a gerek olmadan bile Euroleague standartlarında çok iyi bir pivot olabilir. Bunun için yeterli ribaund sezgisi, defansif özellikleri ve hücum potansiyeli var, yeter ki bu noktaya gelmesinde çok önemli olan iş ahlakından vazgeçmesin.

--

http://sportifcumleler.blogspot.com/2012/04/furkan-aldemirin-bugunu-yukselisi-ve.html

9 Nisan 2012 Pazartesi

Muslera ve Penaltı Mevzuu

Duran top kullanan kaleciler dendiği zaman bizim neslin aklına genel olarak Rogerio Ceni gelmesine rağmen ben kalecinin duran toptan gol attığını ilk olarak Paraguaylı Chilavert'te görmüştüm ve sanıyorum topa en iyi vuran kaleci de odur. Efsane bir golüne ve diğer gollerine Youtube'dan bakabilirsiniz, burayı hızlı geçmek istiyorum. Dün oynanan 34. hafta maçında uzun zamandır sosyal medyada dillendirilen "Penaltı olursa Muslera atsın" isteğine, dün stattaki taraftarlarda katıldı ve Muslera 16 maç gol yemeyerek tarihe geçtiği maçta bir de gol atmış oldu. Açıkçası bu istek ilk defa dillendirildiğinde Fatih Terim'in izin vermeyeceğini düşündüğüm bir istekti ancak dün Galatasaray cephesinde Selçuk İnan hariç herkes yaşananlardan dolayı mutluydu. Maç sonrasında ise ilginç bir şekilde "penaltı etiği" diye bir şey ortaya çıktı, Muslera'nın küme düşmesi kesinleşmiş bir takıma penaltı atmasını hoş görmeyenler oldu. Evet, eğer olaya dar bir pencereden bakılırsa küme düşen ve 10 kişilik oynayan bir takıma penaltıyı kalecinin atması hoş görünmeyebilir ancak bu seneki Galatasaray takımına ve camiasına baktığımızda bu penaltının birliktelik ve takımdaşlık adına atıldığını söylemek zor olmayacaktır. Taffarel ve Mondragon gibi efsane kalecilere sahip olan takımda, Muslera en çok maçta gol yememe rekorunu kırdığını da düşünürsek bu penaltıyı 34 haftalık performansının ödülü olarak ya da düzenli olarak oynayanların arasında gol atmayan kalmaması adına yapıldığı dışında bir neden sürenlerde art niyet ararım, kimse de kusura bakmasın.

Olayın farklı boyutları da var tabii, sezon başındaki Karabük ve İBB maçlarından sonra Muslera'yla dalga geçen Volkan Babacan'ın bu golü yemesi de ilahi adeletten başka bir şey değil. Bu olayı "Chilavert, Ceni penaltı atıyor, Muslera da atmış n'olacak" gören Galatasaraylılara katılmamakla beraber takımdaşlık ve birliktelik adına yapılmış bu hareketin çok farklı yerlere gitmesine ve 34 haftayı lider bitiren takımın başarısının -kısa süreliğine de olsa- önüne geçmesini üzülerek izledim. 

Olayın takımdaşlık ve Volkan Babacan'a müstahak yönünü de bir kenara bırakırsak ben sadece sempatikler sempatiği Muslera'nın taraftar penaltı için kendi ismini bağırdığında gösterdiği şu tepki için bile Muslera adına fazlasıyla mutluyum. Selçuk, Elmander, Muslera üçlüsüne dilenmemek mümkün değil!