27 Şubat 2012 Pazartesi

Mahmuti Röportajı ve Çıkarımları

Çok değerli hocamız Oktay Mahmuti, hafta sonunda GSTV'de "Euroleague Özel"in konuğuydu. Geçmişle, gündemle, gelecekle ilgili oldukça doyurucu bir röportaj oldu. İsteyenler röportajın tamamını şuradan izleyebilir ya da tam metine buradan ulaşabilir. Ben de Oktay hocanın röportajdaki bazı söylemlerinden çıkarımlar yapacağım.


"Şu aşamada yeterli organizasyona sahip değiliz. Hedeflerin ne kadar büyüdüğünü görürseniz o zaman aktiviteler de o ölçüde artıyor. Kişi sayısı bu konuya endeksli değildir ancak paylaşımın daha yoğun olması lazım. Şu aşamada bu şekilde bir organizasyon şemasında değiliz ama zaman içerisinde bu da oluşacaktır."

Oktay hocanın organizasyonla ilgili sıkıntıları olduğunu, organizasyon konusunda tam olarak istediği seviyede olmadığımızı biliyoruz. Hatta hatırlayacaksınız kendisi de sezon başında işin profesyonel konusuyla ilgilenmek için tribüne çıkmayı düşünmüştü. Euroleague A lisansı için aday olduğumuz ve Euroleague yönetimiyle etkileşimde olabilecek profesyonel eksikliğimiz mevcutken kendisinin o role geçmeyi düşünmesi o günün şartlarında anlaşılabilir ancak bu düşüncenin gerçekleşmemesi de bir o kadar sevindirici. Avrupa'nın en tepesindeki takımların 20-25 kişilik çok geniş ekiplerle yaptığı işi bizim teknik kadronun 4 kişiyle yaptığını düşündüğümüzde hocanın profesyonellik ve ekip konusundaki endişelerine de hak vermek gerekiyor. Umarım saha içindeki gelişme ve ilerleme saha dışına da yansıyacaktır, hocanın da söylediği gibi zamanla.


Burada bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz, bir çekirdek oluşturmaya çalışıyoruz ve bunu sağlam temellere oturtmaya çalışıyoruz. Bunu başardığımız zaman sistem onun üzerine yürüyecektir. Oktay burada olacak, olmayacak çok da önemli olmayabilir bir yerden sonra.

Oktay hoca takımın başına geçtiğinden beri nelirli bir istikrar ve belirli bir başarı ekseni üzerinden dönen bir yapı oluşturmaya çalışıyor. Bu yapıyı sadece oyun sistemi olarak görmek yerine bir bütün olarak baktığımızda ise bu yolda önemli adımlar atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu söylemden anladığım kadarıyla hocanın tribüne çıkma fikrini tam olarak rafa kaldırdığını söylemek güç. Saha içinde istediği yapıyı oluşturduktan sonra ama bu sezon sonu, ama ilerleyen sezonlarda tribüne çıkma fikrinin hala kafasında olduğunu düşünüyorum. Yönetimin bu konuda yapması gereken ise basketbol şubesinde profesyonellere daha çok yer vermek olacaktır ki Ünal Aysal'ın bu konuda başarılı bir isim olduğunu düşünüyorum, umarım hocanın bu konudaki isteklerini geri plana atmaz.


Dolayısıyla bugün biz eğer ki Andric’e veya işte pivot olarak söylediğiniz için söylüyorum, Andric’e veya Furkan’a; bir benim eski dönemde oynadığım gibi, bir Prkacin gibi, veya bir Kambala gibi bir oyun oynatırsak hayal kırıklığına uğrarız. Yani biz Andric’e ve Furkan’a kişisel olarak da, oyuncu olarak da çok büyük bir haksızlık etmiş oluruz.
Sene başında Pekovic dedikoduları çıktığında ve lokavt süresinde Zaza takıma dahil edildiğinde mobil olmayan bu iki ismi kadroya katmak isterken Oktay hocanın ne düşündüğünü oldukça merak etmiştim açıkçası. Zira bu isimler Oktay hocanın oynattığı oyunu düşündüğümüzde ideal pivotlar değildi. Ancak hocanın hem bu söyleminden hem de sisteminden bahsettiği diğer bölümlerinden anladığım kadarıyla sistem konusunda katı duvarlarımız olmayacak. Açıkçası gelecek sezonun kadrosunu düşünürken tamamen şuanki yapıya göre oyuncu düşünüyordum ancak Pekovic ve Zaza örneğinde de olduğu gibi farklı tip oyunculara da yönebiliriz zira hocanın "Eğer ki çok daha kalıplı ve low post oynayabilen bir oyuncu olsaydı, dönem dönem belki ondan da faydalanabilirdik" söylemi bunu destekler nitelikte.


"Sahanın belli yerlerinde bu her ne kadar çok gözükmese de, istatistiğe yansımasa da önemli katkılar yapan bir oyuncu. Sizin de söylediğiniz gibi Türkiye’de yıldız oyuncu kavramı çok öne çıkıyor ve illa ki 25 sayı - 18 ribaund gibi istatistik yakalayan oyuncu beklentisi oluşuyor ama benim Boris’ten böyle bir beklentim yok."
Songaila yazın takıma katıldığında takımın önemli skor opsiyonlarından biri olacağı düşünülüyordu ancak ben hala bir nebze ona haksızlık yapıldığını düşünsem de Songaila beklentileri karşılayamadı ve yerine Savovic getirildi. Savovic sezon ortası şartlarında alınabilecek en doğru isimlerden biriydi ancak Songaila'nın yerine geldiğinden dolayı insanlar ondan da önemli skor katkısı bekledi ve bu zamana kadar aldığı eleştiriler de genelde skor potansiyelinden kaynaklanıyor. Fakat Oktay hocanın da söylediği gibi Savovic Songaila'ya nazaran oyunun çok daha farklı yönlerine katkı yapıyor. Belki müthiş bir hücum silahı değil ancak atletikliğiyle, savunmadaki çabasıyla, ribaundlara katkısıyla iyi bir takım oyuncusu Savovic ki şu ana kadar oynadığı oyunla Oktay hocanın beklentilerini karşıladığını düşünüyorum ben.



Açıkçası Shumpert şut üzerine oynayan bir oyuncu, üçlük şut tehdidi olan bir oyuncu, şutların girmediği zaman onun verimliliği belki istediğimiz seviyede olmuyor. O tehdit bizim için nasıl Tutku’nun yaratıcılığını konuşuyorsak aynı şekilde Shumpert’ın çalışmasında aksaklık, oyun anlayışında, düzeninde aksaklık yok.


Takımın en önemli skor opsiyonlarından olan Shumpert son oynanan Efes maçı öncesinde son 15 şutunu kaçırmış ve 1/19 gibi felaket bir yüzdeyle oynamıştı. Fakat buna rağmen en önemli maçta bile Shumpert üzerinden oynanan oyunlar oynanmaya devam edildi ancak Shumpert'ın şutları girmezken bile onu normalde aldığı sürelerle oyunda tutan Oktay hoca eleştirilmişti. Ancak yukarıda da gördüğümüz gibi Oktay hoca Shumpert ile ilgili gelen soruya "ondan istenilenleri hala yapıyor" minvalinde bir cevap vermiş, yani Shumpert'ın girmeyen şutlarını sadece şanssızlığa bağlamış. Shumpert da umarım Perşembe günü hocasının güvenine karşılık en güzel hediyeyi verecek.


Açıkçası biz o dalgalanmaları azaltmak için sadece çalışabilirsiniz, çok tekrar ederek, anlatarak, yani farklılıkları seyrederek, farklılıkların nereden oluştuğunu analiz ederek, bir şeyi çözüme ulaştırmaya çalışırsın ama neticede bu bir bilgisayar oyunu değil. İnsan faktörü var, hata faktörü var, dolayısıyla küçük detaylar fark ettiriyor.
 "Zaman zaman hücumda büyük tıkanmalar yaşıyoruz" sezon genelini düşündüğümüzde takıma gelen en ciddi eleştirilerden biri. Ancak Oktay hoca bu tıkanmaları tek bir nedene bağlamak yerine en ufak detayın bile hücumdaki performansı etkileyebileceğine değinmiş. Özellikle Euroleague'de ne kadar sert ve efora dayalı bir basketbol oynandığı düşünülürse bu dalgalanmaları tek bir nedene bağlamamız doğru olmayacaktır. Örneğin bir maçta bu tıkanmaların sebebi "perdelemelerin yeterince iyi olmaması" olabilecekken diğer bir maçta "yanlış şut tercihleri" ya da "savunmada gösterilemeyen efor" olabilir.


"Ama oyuncular size geldikten sonra, onlarla çalıştıktan sonra bir takım şeyleri anlayabiliyorsunuz. Kimin neyi, ne yapabileceğini veya ne zaman, ne yapabileceğini karar veriyorsunuz."
Oktay hocanın "Gordon’u alırken ondan ne bekliyordunuz? Kritik maçta son topu kullanabileceğini biliyor muydunuz?" sorusuna cevabı ki benim de çok merak ettiğim sorulardan biriydi bu. Zira Gordon kadroya katıldığında ben dahil bir çok kişi "Savunmada pis işleri yapar, hücumda ise tamamlayıcı rolde olur" tarzında düşünüyordu ancak Gordon özellikle Tutku'nun da sakatlanmasıyla tamamen hücumun dümenine geçti ve görevini de layıkıyla yerine getiriyor. Bunun dışında son saniyelerde de kenar yönetimin isteğiyle sorumluluk alıyor ve Olympiakos/CSKA maçlarında bu konuda da nasıl başarılı olduğunu gördük. Oktay Mahmuti bu söylemiyle onun da Gordon'u alırken bizim düşündüğümüze yakın şeyler düşündüğünü gösteriyor. Ayrıca kupa için Konya'ya gittiğimizde Gordon'un bazı hazırlık maçlarının son dakikalarında çok iyi performanslar sergilediğini de öğrenmiştim ki bu da hocanın verdiği cevabı doğrular nitelikte.

23 Şubat 2012 Perşembe

Josh Shipp UCLA

Öncelikle söylememek gerekir ki sıkı bir NCAA takipçisi değilim ve bu mesajda da Shipp'in kolej kariyerini anlatmaya çalışmayacağım ki bunu yapmak için de yeterli birikime sahip değilim. Ancak takımda en sevdiğim oyunculardan biri olan Shipp'in UCLA zamanından karşıma çıkan bir iki fotoğrafı buraya koymak isterim.


Shipp, şu an NBA'de önemli yerlere gelen Kevin Love ve Russell Westbrook ile birlikte.


Shipp'in savunduğu oyuncu, şu an Houston forması giyen Chase Budinger.



Shipp yine UCLA'in NBA'e gönderdiği isimlerden biri olan Indiana'lı Darren Collison'la birlikte.

Shipp'in smacının yanı sıra potanın altındaki isim bu sezonun önemli 6. adam adaylarından James Harden.

Shipp ve arkasında yine NBA yapmış bir isim: Taj Gibson. 2009 yılından olabilir.


Bu sefer tanıdık isim yok, fotoğraf güzel.

Josh Shipp, Collison ile birlikte yolu ülkemizden de geçen (Telekom ve Petkim) Randle'a karşı.


Şutu kalkan isim Toronto'lu DeRozan.



Derrick Rose'u potaya giderken Shipp bile durduramamış düşünün (!)

Yeniden Derrick Rose.


Pac 10 turnuvasının şampiyonluğundan sonra. 2008.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Euroleague: Galatasaray - Anadolu Efes

Aslında bu maç için yazı yazmayı düşünmüyordum zira Sinan Erdem'de oynanan maç için halihazırda bir yazı yazmıştım. Ancak Efes ile oynadığımız önceki iki maçı düşündüğümde o günün dinamikleriyle, bugünün dinamiklerinin farklı olduğunu fark ettim. Oynadığımız Euroleague maçının boxscore'una şuradan , lig maçınınkine de buradan ulaşabilirsiniz. Ben de bu yazıda önceki yazıda yazdıklarımı tekrarlamadan, gördüğüm değişiklikleri yazacağım.

Konuktan başlamak gerekirse Efes Pilsen ilk maçın oynandığı bugünden çok daha geriye gitmiş durumda. Hatta Konya'da Galatasaray-Beşiktaş maçını beklediğimiz sırada Efes maçını izlerken oyuncuların da gidişattan rahatsız olduğunu gözlemledik ki özellikle Savanovic'in oyundan çıkışı sırasında Ufuk Sarıca'yla sert bir tartışması oldu ve tartışmada Savanovic'te sesini oldukça yükseltti. Ancak Efes Pilsen'in asıl büyük sorunları sahada yaşanıyor. İlk maçın kahramanlarından biri olan Vujacic oldukça formsuz ve Türkiye kupasının ilk maçında yabancı sınırına takılarak kadroya alınmadı ki sezon başını hatırlayacak olursak "Efes'i final 4'a taşıyacak adam" olarak alınmıştı. Gerçi biz o zaman da gülüyorduk buna ya, neyse.

Onun dışında Lafayette Ilievski'nin gidişinden sonra Efes Pilsen için bir "upgrade" olarak gözüküyor ancak onun da 1 numara gibi oynadığını ve takımı organize ettiğini söylemek güç. Onun sahada olduğu dakikalarda Efes Pilsen hücumu iyiden iyiye çorba halini alıyor. Yani bütün organizasyon yükü Kerem Tunçeri'nin olacak yine. (Kerem Banvit maçında oynamamıştı ama bu maçta sahada olacağını sanıyorum) Sinan Erdem'de oynanan maçta Göksenin Kerem'i oldukça yavaşlatmıştı, yine aynı performansı göstermesi işimizi bir nebze daha kolaylaştıracaktır.

Efes'in saha içinde gösterdiği kötü performansın önemli sorumlularından biri de şüphesiz Ufuk Sarıca. Avrupa'nın en iyi 4 numaralarından biri olan Savanovic'in üstünden 1 tane seti olmayan, sezonun bu döneminde hala rotasyonuna karar veremeyen ve hepsinden önemlisi yavaş yavaş oyuncularla iletişimini kaybeden bir koç var kenarda ki bu bütçeyle bu takımın kurulmasından bahsetmiyorum bile.

Galatasaray cephesinde ise tek soru işareti kupadaki Beşiktaş mağlubiyetinin takımı nasıl etkileyeceği. Alınmaması gereken ve kötü bir mağlubiyet oldu. Takımın bu mağlubiyetin etkilerini üzerinden atıp atamadığını görmek için ise akşamı beklemekten başka bir çare yok. Bunun dışında ilk maçta rezalet transition savunmamız sayesinde çoşan Savanovic'in bu maçta o boş şutları bulamayacağını, formsuz Vujacic'in o kadar yüksek isabetle atamayacağını ve takımın kritik anlarda daha dikkatli oynayacağını düşünüyorum. Eğer bir de sezon başından beri büyük maçların önemli bölümlerinde girmeyen şutlar, biraz daha yüzdeli girerse rahat kazanacağımız bir maç olacağını tahmin ediyorum.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Türkiye Kupası: Beşiktaş - Galatasaray

Yazının hemen başında belirteyim, blogu bu günden sonra biraz daha aktif tutmaya çalışacağım. Bir Eskişehirspor yazısı yazmam gerekiyordu ancak kafamdakileri bir türlü toparlayamadım, bundan sonra da sanırım genelde Galatasaray basketbolu yazacağım ama bir kenara onu da sıkıştıracağım zira fazlaca doluyum o konuda.

Neyse yazının konusuna dönüyorum hemen. CSKA maçından sonra Karşıyaka karşısında oyunun büyük bir bölümünü domine ederek alınan galibiyet takımın psikolojik eşiği aşması açısından önemli demiştim. Büyük maçlarda işin mücadele kısmında bekleneni fazlasıyla veren takım bu maçların büyük kısmında sonuca gitmekte zorlanmıştı. Ancak takım önce Olympiakos galibiyetiyle "büyük maç kazanma stresini" üzerinden atmış, ardından CSKA maçıyla zirve yapmıştı. CSKA maçından sonra ligde alınan Karşıyaka galibiyeti ise -3. periyodu bir kenara koyuyorum- artık takımın kolay kolay yenilmeyeceğinin mesajı gibiydi. Fakat beklediğim gibi olmadı; CSKA maçının üzerinden 1 hafta geçmişken sezonun kötü basketbollarından birini oynayarak Beşiktaş'a bu sezon ikinci kez mağlup olduk.

Maç için Konya'ya giderken Efes ve Fenerbahçe'den değil de daha çok Beşiktaş'tan çekindiğimi söylemiştim. Efes ve Fenerbahçe'nin formsuzluğu bir yana Ergin Ataman'ın Beşiktaş'ı sezon içerisinde istikrarsız olsa da tek maçlarda her zaman tehlikeli bir takım ki, antipatik de olsa Ergin Ataman takımını bu tip maçlara iyi hazırlayabilen bir koç, hakkını vermek lazım. (Beşiktaş'ın 3 Euroleague takımına karşı 4 galibiyet alması bunu kanıtlar nitelikte) Bu yüzden Aliağa maçını izleyenlerin "Biz bu Beşiktaş'a fark atarız" söylemlerine karşılık bu maçın farklı olacağını iddia etmiştim. Ha kaybedeceğimizi düşünüyormüyordum, orası da ayrı.

Maçın başlarında tempoyu tamamen Beşiktaş'ın dikte etmesine izin verdik ve iki takım da maça sayılar bularak başladı. Bu dönemde hücumda Gordon'un önderliğinde (4/4 şut isabetiyle, 8 sayı ile başladı Gordon) istediğimiz sayılar bulduk fakat savunmada o beklenilen sertliğe ulaşamadığımızı söylemek mümkün. Beşiktaş gibi bir takıma direksiyonu verirseniz ve daha maçın başında "savunma" mesajını vermek yerine ilk periyotta maçı "daha çok atan kazansın" moduna sokarsanız, zorlanırsınız. Yapmamız gereken özellikle Arroyo üzerinde baskı kurarak Beşiktaş'ın hücum sistemini bozmaktı ancak Arroyo çok iyi başladığı maçta devamını da getirdi ve takımını galibiyete taşıdı.

İlk yarıda kötü savunma yaptığımız dakikalarda özellikle pota altında Furkan'ın hem Bonsu'yla olan bire birlerinde hem de takım savunmasında aksadığını gördük ki Furkan maçın ilk yarısında Galatasaray formasıyla en kötü oyunlarından birini oynadı. Bonsu yapı olarak hızlı ayakları ve atletizmiyle Furkan'a sorun çıkartabilecek bir oyuncu ancak Furkan'ın da çok önemli pozisyon hataları yaptığını ve Bonsu karşısında sindiğini söylemek mümkün. Bu noktada Andric'in daha fazla oyunda kalmasını bekleyebilirdik ancak o da faul problemine girmemesi için kenarda kaldı ki onun oyunda olduğu dakikalarda çok daha etkili olmuştuk.

İlk yarının aksine ikinci yarıya savunarak başladık ve dar rotasyonla oynayan Beşiktaş'ın iyice yorulmasının da etkisiyle 3. periyotta Beşiktaş'a sadece 11 sayı imkanı verdik. İlk yarıda aksayan Furkan'ın hem savunmada, hem hücumda toparlanmasının farkın çift hanelere sayıların kapısına kadar dayanmasında büyük etkisi vardı. Beşiktaş ise bu bölümde daha çok Hawkins'in bire birleriyle oyunda kalmaya çalıştı. Karşınızda yorgun ve dar rotasyonla oynayan bir takım, savunma sertliğinizi yakalamışsınız ve rakibiniz oyundan düşmek üzere... Kısacası vurup geçmek için her şey müsait. Zira periyot başında da fark çift hanelere çıkmış. Ancak Galatasaray bu noktada son yumruğu atmak için fazlasıyla acele etti. Ender'in, Cevher'in, Jaka'nın maçı bitirmek için attıkları erken şutlar takımın hücum ritmini tamamen bozarken işin savunma kısmında da faul hakkımız dolmuşken yapılan anlamsız fauller Beşiktaş'a "acaba?" dedirtti. Beşiktaş faul atışlarıyla yaklaşırken, hücumda bütün sezonun aksine bireysel zorlamalar, anlamsız şut tercihleriyle bizden onların ekmeğine yağ sürdük. O noktadan sonra ise devreye maçın yıldızı Arroyo girdi. Pick-and-roll'lerden ürettiği sayılarla takımını maça tekrar ortak etti.

Devamını biliyorsunuz... Son 10 saniyede fark 3'ken faul yapmak yerine (Süre bittikten sonra Oktay hoca niye faul yapmadınız diye serzenişte bulundu, dip not) çok kötü bir savunma yaptık ve Serhat'ı bomboş bırakarak maçın uzamasına izin verdik. Uzatmada ise daha moralli Beşiktaş rüzgarı da arkasına alarak Galatasaray'ı 2. kez yenerek kupa dışına itti.

 Maç özelinde yaşanan ya da yaşanabilecek sorunlara değinmek istiyorum yazının sonunda. İşin mental kısmına bakarsak oynadığımız 2 maçın 2'sini de kaybettiğimiz Beşiktaş'a karşı psikolojik avantajı tamamen bırakmış olduk. Olası bir playoff eşleşmesi için Ergin Ataman'ın şimdiden ellerini ovuşturduğunu düşünüyorum. Efes'e de sezon içerisinde kaybetmemize rağmen iki maçta da kazabileceğimizi göstermiştik. Ancak Beşiktaş karşısında belki de sezonun en kötü oyunlarını oynayarak kaybettik ki bu noktada Beşiktaş'ın momentumu ve güveni arkasına aldığında çok tehlikeli bir takım olduğunu da unutmamak gerekiyor. İşin taktiksel kısmına geçersek, bu sezon canımızı sıkan noktalardan biri olan 4 numaralardan gel(e)meyen dış şut katkısı bu maçta da canımızı yakan noktalardan biri oldu. Eğer yarı sahada hızlı tempoda oynuyorsanız ve 5 numaralarınızı hareketli olarak kullanıyorsanız spacing ve saha dizilişi için 4 numaradan gelecek skor katkısı çok önemlidir. Eğer dikkat ederseniz 4 numaradan şut katkısı aldığımız maçlarda hücumda çok daha rahat oynadığımızı görebilirsiniz. Fakat bu maç özelinde Cevher'in, Savovic'in ve Shumpert'ın karavana attığını söyleyebiliriz ki hücumda 40 dakikada 70'li sayıları bile bulamamamızın temel nedenlerinden biri oldu bu girmeyen şutlar. Bunun dışında Tutku'yu çok aradığımızı söyleyebilirim. Ender'in sakatlıktan çıkmış olması ve henüz tam olarak forma girmiş olamamasından dolayı hücumun yükü Gordon'un üzerine biniyor ve onun da fiziksel olarak çok yıprandığını söylemek mümkün. Uzatmada sahne alamamasını da bu yorgunluğa bağlayabiliriz.

Sonuç olarak alınmaması gereken bir mağlubiyet oldu ancak olumlu düşünürsek CSKA maçından sonra alınan bu mağlubiyetin takımın biraz daha ayaklarının yere basmasını sağlayacağını umut edebiliriz. Çarşamba günü formsuz Efes karşısında Abdi İpekçi'deyiz. Maç önü yazısıyla görüşmek üzere....

1 Şubat 2012 Çarşamba

Euroleague: CSKA-Galatataray MP | Preview

"Kusursuzluk" gerek sporda, gerek hayatın diğer alanında kullanmayı sevdiğim bir kelime değil ve istisnaları bir kenara koyarsak kullanmayı da sevmem. İstisnayı yine bozmayacağım ancak Cska için "kusursuza en yakın" demek yanlış olmayacaktır. Daha yazının başından enseyi karartmak istemem zira bu takım birçok maçta, çok önemli rakiplere karşı son topa kadar mücadele etti ancak Cska'nın da bizden 2-3 gömlek üstte bir takım olduğunu en başından belirtmek gerekiyor. "Son topa kadar" mottomuzdaki istisnalardan biri olabilir maç; kırılmak, gücenmek yok.

PG: Teodosic/Shved
SG: Siskauskas/Jamont Gordon
SF: Kirilenko
PF: Khryapa/Vorontsevich/Lavrinovic
C: Kristic/Kaun

Geçen sezon TOP 16'ya dahi kalamayan Cska, Yunan takımlarının ekonomik sebeplerle krize girdiği dönemde bütçesinde önemli bir artışa gitti. Khryapa, Jamont Gordon, Sasha Kaun, Siskauskas gibi yıldızların yanına Avrupa'nın en değerli oyuncularından olan Kirilenko, Kristic ve Teodosic katıldı. Ve bunun sonucunda Top 16'nın neredeyse yarısına gelmemize rağmen henüz maç kaybetmeyen bir takım ortaya çıktı. Hücumdaki mükemelliğin -asistte, 2 sayı ve 3 sayı yüzdesinde 1.ler- yanında savunmada da çok iyi yardımlaşan ve potaaltını çok iyi kapatan bir takım görüyoruz.

Peki napmalıyız Cska'yı zorlamak için? Öncelikle hücumda guard-pivot ikili oyunlarını çok iyi oynamalıyız. Teodosic-Kristic ikilisi her ne kadar hücumda ikili oyunları harika oynasalar da işin savunma kısmında aynı etkinliğe sahip değiller. Fakat bu ikili oyunları oynarken Cska savunması oyun bilgisi muazzam iki forveti(Khryapa ve Kirilenko) sürekli yardıma giderek gerek şutları bozuyor gerekse de ribaundlara yardımcı oluyor. Yani bizim etkili olduğumuz ikili oyunları oynarken aynı zamanda da bu iki ismi potadan uzaklaştırmamız gerekiyor. Bu noktada da ikili oyunlar oynanırken, yardım geldiğinde mümkün olduğunca 3 ve 4 numaralarımıza cezaları kestirmemiz gerekiyor. Eğer maça o cezalar kestirerek başlayabilirsek Kirilenko ve Khryapa'dan gelecek yardımları minimuma indirebiliriz. Bunun dışında Cska bize göre çok daha fizikli bir takım ve bunun yanında birebir baskıyı da çok iyi yapıyorlar. Bizim de zaman zaman top kayıplarında sıkıntı yaşadığımız düşünülürse top kayıpları sıkıntı yaşayabileceğimiz bir faktör olabilir. Ayrıca Cska bu top kayıplarına fast-break'lerle çok çabuk ceza kesebilen bir takım ki Efes'in geriye koşamadığı dakikalarda transitionda nasıl darmadağın olduğuna geçen haftadan aşinayız.

İşin savunma kısmında ise Tutku-Andric ikilisinin oynadığı ikili oyunların 1 gömlek üstünü oynayan Teodosic-Kristic ikilisinin pick-and-roll'lerini mümkün olduğunca iyi savunmalıyız. Buradaki savunma stratejisini ise daha çok Teodosic'in performansı belirleyecek. Teodosic screen sonrası direk cezayı da kesebiliyor, bunun dışında oyun görüşü sayesinde hem pota altını hem de savunma rotasyonlarından kaynaklanan ceza atıcılarını buluyor. Teodosic'in şutunu riske etmek ilk etapta mantıklı tercih olarak gözükebilir ancak Teodosic kendi iyi başladığı ve şutunu bulduğu maçlarda savunmayı tamamen darmadağın edip, takım arkadaşlarını da rahatlıkla bulan bir isim. Bu nedenle ilk etapta Teodosic savunmasına öncelik vermeliyiz ki, bilindiği gibi Teodosic iyi savunmalar karşısında zaman zaman kontrolden çıkabilen bir isim. Fakat Teodosic'i savunurken pota altını mümkün olduğunca iyi kapatmalıyız ki savunma kaymalarını doğru yapmak çok kritik olacak. Bunun dışında az önce Cska'nın fiziksel olarak avantajlarından bahsetmiştim ki zaman zaman savunma ribaundlarında sıkıntı yaşayan bir takım olarak mutlaka ama mutlaka Cska'nın hücum ribaundlarını minimuma indirmemiz gerekiyor.

Yapmamız gerekenleri toparlamak gerekirse, işin hücum kısmında 1-5 pick-and-roll'lerini sıkça oynamalı, forvetlerden gelen yardımları mümkün olduğunca cezalandırmalı, top kayıplarını minimum seviyede tutmalı ve hücum tempomuzu 25-30 dakikalar civarı Olympiakos maçının 2. çeyreğindeki tempomuza yaklaştırmalıyız. Savunma kısmında ise Teodosic-Kristic pick-and-rollerine mümkün olduğunca dikkat etmeli ve bunun yanında da Teodosic'i kontrolden çıkarmak için ona mümkün olduğunca iyi savunma yapmalıyız. Bunun dışında fiziksel dezavantajımızı kapatmak için topa baskı ve savunma ribaundlarında sıkıntı yaşamamak için box-out'lar mühim.

Euroleague'in birçok kişiye göre en iyi takımıyla deplasmanda oynuyoruz ve açıkçası galibiyet ihtimalimiz çok düşük. Ancak takımın yine elinden geleni yapacağından şüphem yok fakat yine de beklentileri -bu maç için- büyütmemek gerekiyor.